Adımı hatırlayamayacağım kadar uzun zamandır kendime koleksiyoncu derim. Bunda adımı sevmememin de payı var. Aslında hiç kimsenin adını sevmem. Dünya üzerindeki tüm adlar kişinin yaptığı işlere göre verilseydi keşke. Orospular sadece orospu olsaydı; aralarında güzel orospu, çirkin orospu, şehvetli orospu diye ayrılsalardı da Melahat, Aysel, Sibel olmasalardı. Ya da insan kendi karar verebilseydi adına. Sanki kendi yaşayacakları hayatlarmış gibi, anne ve babaların daha ilk andan hayatlarımıza burunlarını sokmaları yasaklansaydı keşke. Bir de dedelerinin ve diğer aile büyüklerinin adlarını alıp hayata daha gözlerini açtığı anda yaşlı başlayanlar var. Bebekler kendi isimlerine karar verebildikleri yaşa kadar isimsiz olsalardı. O zamana kadar çılgın bebek, gülen bebek, ağlayan bebek denseydi de Muhittin bebek, Fadime bebek denmeseydi. Benim adım Ogün. Yani bana dayatılan adım. Ogün. Ne demek Ogün? Hangi gün? Kendi olduğu kadar anlamı da saçma. Oysa birçok adım olabilir. Sadist, psikopat, takıntılı, ruh hastası veya yavşak. Piç. Ve beni bu birçok adım arasından en çok tanımlayan koleksiyoncudur. İnsanlar ya kendileri seçebilmeli adlarını ya da yaptıkları işlerle, onları niteleyen adlarla tanımlanmalı. Bu yüzden beni anne ve babamın koyduğu saçma adla tanımazlar. Koleksiyoncu derler bana. Ben de kendime öyle derim. Ogün değilim ben. Ben her günüm.