Otobüs durağına güç bela kendimi attım. Bir elimde buruşmuş peçetem diğer elimde ise ağırlığı iyiden iyiye belimi büken çantam. Bir anne ve oğuldan kalan boş yere oturuverdim. Çocuk sıkılmış olacak ki oflayıp pufluyor. Annesi tatlı tatlı konuşarak sakinleştirmeye çalışıyor: "Bak birazdan gelecek otobüs, teyzene gideceğiz, hem sana kek bile yapmış..." Otuzlu yaşlarda, kumral, siyah saçlı bir kadın. Sol elinin işaret parmağında bir leke var. Ben galiba. Çocuk oldukça çirkin. Kısa, mavi kot pantolon, çocuğu iyice çirkinleştirmiş, üzerinde ise siyah bir hırka var. Durmadan ayaklarını sallıyor.


Saate baktım, daha on dakikası var otobüsün. Durağın kenarına sırtımı yaslayıp bir sigara yaktım. Cadde gitgide kalabalıklaşıyor. Korna sesleri, insanların uğultusunu bir anlığına kesiyor sonra uğultu kaldığı yerden devam ediyor. Hava oldukça serin. Yaz yerini çoktan sonbahara bırakmış. Şimdi fark ediyorum. Bu serin esintinin, sonbahar kokularının, araba egzozlarının, yandaki lokantadan gelen nefis yemek kokularının arasında aniden bir koku duyuyorum. Çok eski bir koku.


Bizim köyde ortaokul yoktu. 5. Sınıfı bitirince komşu köye giderdik servisle. O zamanlar okul forması diye bir şey icat olmadığından gömlek, kravat, kumaş pantolon ve ceket giyilirdi. Mavi önlüğü çıkarıp bu takımı giyince kendimi büyümüş, koca adam olmuş sanırdım. Hatta, "Ne zaman tıraş olup sakalımı keseceğim?" diye sormam epey anlatıldı ve uzun uzun gülündü.


Yalnız yeni okula gideceğimiz için çok korkuyordum. O okulla anlatılanlar pek hoş şeyler değildi ve o zamanlar çok çabuk inanırdım duyduklarıma. Küçük çaplı bir ırkçılığa uğrarmış bizim köylüler o okulda. Okula gitmeye başlayınca bu korkum da azaldı. Ama evde büyük bir gelişme oldu. Yeni bir kardeşimiz olmuştu. İki kardeşe bir yenisi daha eklenmişti. İlk zamanlar çok güzeldi. Fakat sonradan sonraya büyük kardeşimde değişiklikler başladı. Sürekli küçük kardeşimizin eşyalarıyla oynuyor, onunla garip garip konuşuyor, yanından hiç ayrılmıyordu.


Bir akşam herkes televizyona dalmış, kardeşim de annemin kucağında uyuyordu. Büyük kardeşimi merak edip yatak odasına girdim. Ağzında emziği görünce pek şaşırmadım -daha önceden de görmüşüm demek ki- ama onun bezini kendine bağlamaya çalışmasına çok gülmüştüm.


Aradan birkaç hafta geçmişti ama kardeşim hâlâ değişmemişti. Bir sabah annemin bağışlarıyla uyandım. Kardeşim altına kaçırmış. Annem sinirden öldürecek neredeyse. Babam sakinleştirmeye, "Bir defadan bir şey olmaz," demeye çalışıyordu. Ama bu durum bir defaya mahsus olmadı. İki güne bir kardeşim gece altına kaçırıyordu. Bez bağlamaya, yatağına naylon sermeye başladılar. En nihayetinde doktora da götürdüler ama bir değişiklik olmadı. Herkes fazla kilolu olmasına, çok yemesine filan bağlıyordu ama bence durum biraz karışıktı.

Kardeşim içindeki kıskançlığı ve öfkeyi böyle atıyordu içinden.


Bir sabah yine aynı hadise yaşanmış. Annem banyoda kardeşimi ve elbiselerini yıkıyor, babam ise öfkeden deliye dönmüş bir hâlde odanın içine kolonya döküyordu. Ve bu iki koku birleşince ortaya iğrenç bir koku yayılıyordu. Koku o kadar kötüydü ki hemen yorganın altına saklandım. Lakin koku artık bir kere kendini duyurmuştu.


Kardeşim birkaç ay sonra düzeldi. Okula da iyice alışmıştım. Lakin kolonya kokusundan artık tiksiniyordum. Kapağı dahi açılmaya görsün hemen içime bir sıkıntı basıyor, midem bulanıyor, o iki kokunun karışımını duyuyordum. Unutamıyordum bu kokuyu.


Orta yaşlı bir adam yanımdan geçmişti. Yeni tıraş olmuş olacak ki yüzüne bolca kolonya sürmüş.


Otobüs geldi. Yavaşça ilk basamağa adımımı attım. Ve birden gözlerim kapandı. Tek hatırladığım deminki kadının çığlığıydı. Sanırım arkaüstü kadının kucağına düşmüşüm. Gözlerimi hastanede açtım. Hâlâ o kokuyu anımsıyordum.