Gürültülü bir günün ardından dostu onu ziyarete gelmişti. Kendisini dikkatle ve hasretle izleyen gök mavisi gözleri çok hoşuna gidiyordu. Bir de komik şapkası vardı elbette. Kendisi konuşamasa da komik şapkalı adam hep konuşurdu onunla. Hatta bazen cebinden küçük, yıpranmış bir defter çıkarıp not alırdı tek taraflı sohbetlerini. Kendisi kısmen yalnız olsa da komik şapkalı adamın bir sürü arkadaşı vardı, ama gecelerini yine de ona ayırıyordu. Özellikle ay güzelce parlıyor, yeryüzünü aydınlatıyorsa şapkalı adamın gelmesi an meselesi demekti! Eskiden daha sessizdi bu topraklar, belki de daha az yalnızdı. Komik şapka adam ve arkadaşları gelmeden, kırmızı su piyasaya çıkmadan önce kimse bağrışmaz, koşuşturmazdı. Ama kimse oturup onu resmetmezdi de. O yüzden biraz gürültüden rahatsızlanacak değildi. Eski yerliler çok abartılı hikayeler anlatırdı. Gördüğünü yiyen, yok eden, koparan yaratıklar olduklarını söyler, canavara benzetirlerdi onları. Oysa karanlığı yaran ışığıyla umut saçan Ay ve soğuk sularıyla etrafını saran biricik ırmaktan sonra, en yakın arkadaşı bu komik şapkalı adam ona hiç dokunmamıştı bile. Belki biraz sevmiş, yıpratmaktan korkarcasına okşamıştı onu, ama hiç zarar vermemişti ki. Komik şapkalı adamın gözleriyle onu beslemeye çalıştığını fark edince gülümsedi. Konuşabilseydi buna gerek olmadığını söyleyebilirdi belki ama kaba davranmaya da gerek yoktu. Adam gözlerinde biriktirdiği suları silip defterine bir şeyler karaladıktan sonra, her zamanki gibi hoş sözlerini dillendirip oradan ayrıldı. O yine yalnız kalmıştı.