İnsan, güvende hissettiği ortamdan -doğal olarak- uzaklaşmak istemez. İlk zamanlar bu durum onun için pozitif görünebilir ama zaman geçtikçe dışardaki hayata karışmak, bir şeyler için çabalamak zor gelebilir. Böyle olunca bu durum bir döngüye girer; güvende olduğu ortamdan çıkmadıkça dışarısı daha ürkütücü gelir, dışarısı ürkütücü geldikçe de çıkmaz kabuğundan. Konfor alanında kaldığı için mutlu, huzurlu olduğunu sanır ancak potansiyellerini fark edemediği ve hayatında tecrübe etmek istediği ilgi alanlarını, değiştirmek istediği şeyleri gerçekleştirmediği için yaşamının bir anlamı da kalmaz bence. Ve bu durum onu içten içe huzursuz eder. Günleri uyanıp uyuduğu şekilde devam eder. Aslında bir kez denese, korkularının üzerine gitse; aslında konfor alanının değil de oradan çıkabilmenin kendisine gerçek anlamda güven verdiğini anlayabilir. Konfor alanında kalmak için oluşturulan ortam nasıl yaratılmış; mesela bir çocuk, diyelim anne babasının onun rahatça yaşaması için sağladığı koşullarda yaşarken kendisi de bu ortamı nasıl kendi başıma sağlarım diye düşünebilir. İnsanların hayatta kalabilmek için kendilerine güvenli bir ortam sağlamaya çalıştığı zamanları düşünecek olursak; bence o zamanlar daha mutluydular insanlar. Çünkü bir şeyler üretmek, emeğinin karşılığını alıp -veya sadece denemek- (örneğin keman çalmak veya bir resim yarışmasına katılmak) tecrübe etmenin verdiği mutluluğa erişmek insanı kendiyle barıştırır. Özgüven kazanır.