''Önce tıknaz birkaç dokunuş''


Yamaç uçlarından histerik boşluklara yağan yağmurlardan farksızdı içimde gizlediğim vadiler. Kaynayan bir kazanın fokurdayan tiksinişleriydi asrımın yüzüne. Ellerimden kayıp giden gençliğim değil de göbeği şişkin ve obur dünyanın, kenar mahallelerde yaşamayı unutan çocukların boğazını sıkışıydı sanki. Neyim ben? Çirkin bir dönemecin kıyısında köşesinde sıkışmış bir beton yığını mı? Ya kaybettiğim akrep ve yelkovanın döndürdüğü topaç ne zaman gelip çarpacak suratıma?


Vazgeçmek zor, çok zor geliyor. İçimdeki çocuğu sallandığı salıncaktan indirip “Haydi yeter bu kadar oyun, eve dönüyoruz.” diyebilmek, büyük marifet gerektiriyor. Oysa onunla büyüdü bildiğim tekerlemelerin bütün satırları. Başkalarına kalsa çoktan deli gömleğini giydirirlerdi düşüncelerime. Ama onlar, kiraz ağacının dallarında otururken bir yandan kirazları koparıp bir yandan da arkadaş kahkahalarıyla neşelenen melek yüzlü yılların tadına hiç varmadıklarından, anlayamıyorlar. Sıcak bir yaz günü kanını kaynatan mutluluğun mahalle sokaklarında çıkardığı tozu dumanı hissedemiyorlar. Cebini ağzına kadar doldurduğun bilyeleri, menfaatleri üzerinde patlamaya hazır bir bomba zannedip korkuyorlar. Bisikletin arka tekerine sıkıştırılan pet şişenin çıkardığı sesin gökyüzünde ne kadar havalı olduğunu söylemekten çekiniyorlar. Trafik ışıklarına takılmış çocuklukları, ben ne kadar yeşilin yandığını göstersem de hareket edemiyorlar. İşte bu yüzden gösterdiğim bunca çabanın üstüne ağlamak zaten mesele değil. Kırılan fidanları nasıl onaracağımı düşünmek yoruyor gözlerimi sadece. Biliyorum, kanayan hatıraların pansumanını yapmak perçeminden tuttuğum çocukluğuma veda anlamına geliyor. Bu yüzden ellerimi açtım ve dua ediyorum, ''Çocukluğumun bıraktığı yaralar hep açık kalsın yüreğimde, hiç kabuk bağlamasın Allah'ım...'' Sonra şeytan fısıldıyor sakin bir nefesle, ''Düşeceksin bir gün, düşeceksin ve umursamayacaklar seni. Kimse kaldırmayacak düştüğün yerden. Kanayan dizlerini kimse önemsemeyecek. Kimse yanına gelip de nasıl olduğunu sormayacak. Yaraların canını hep yakacak.'' Olsun, ben yine dua edeceğim yalnızlığın sahibine. Çünkü yalnızlığa açılan kapılarımı her seferinde olduğu gibi yine o kapatacak. Evet bir gün değil, her gün düştüm sana inat. Sonsuz kere kapaklandı umutlarım yerlere. Başımı eğdim bazen, virane oldum yuvarlandığım koridor sonlarında. Yana yakıla aradığım gerçeğin sesini duymak istedikçe kayboldum. Durup bir düşününce bunca şeyin üstüne görüyorum ki dünya zaten düşmenin meşru kılındığı, tüm çabaların sonunda adının bir mermer taşına kazındığı düşkünlüğün diyarıymış. Problem hiç düşmemekte değil, hep ayakta kalmaktaymış.


''Şimdi ötesine yükseliş''


Şüphe etmediğim bir dakika dahi yok bu asrın zamanı buruşturup attığı nehir kenarlarından. Köşe kapmacanın sihirli zannedilen hileli gülümsemelerle yapıldığı, samimi zannedilen duyguların kırık bir sandalyenin üstüne çıkıp boynuna urgan geçirdiği, elini taşın altına koyduğun insanların aslında o taşları kaldırıp zihnine duvarlar ördüğü bir maskeli balonun tam ortasında kalmışım. Bronz bir mefhum yerleştirmişler gözümü çevirdiğim güven sofralarına, adını sevgi koymuşlar. En gözde yiyecek o olmuş, sofraların baş köşesine konmuş. Bir süre sonra bu sevginin, doymak bilmeyen helezonik ilgi budalalarının hunharca saldırdığı insan kalplerine vurulan en büyük darbe olduğunu gördüm. Bu ilgi budalaları, toprağın altında yetişen mantarların ansızın çoğalması gibi bir anda hesabı görülmemiş fotoğrafların tam ortasında bölünüp çoğalıyorlar. Yırtıcı bir hayvan gibi, yalnızca yemeyi düşünüyorlar. Amaçları saf ve temiz olan her şeye pranga vurmak. İşin aslı şu ki; yeryüzünde güzel ve nazenin her türlü sevgiyi yok edip hiçbir duygu kalmayana kadar da durmayacaklar. 


''Peki, bu kez yıldırmadan''


Yolculuklardan korkuyorum nedensizce. Çünkü yolculuk alışık olduğun diyarları ardına bakmaksızın bir ''hoşça kal''a sığdırmak demek. Senelerce ekilmiş bir tarlanın son hasadı da yapıldıktan sonra çorak arazilere dönüşmesi gibi her yolculuk beni bir kuraklığın ve hiçliğin ortasına bırakıyor. Gürgen ağaçları, meşe palamutları, uzun kavaklar ve yüksek dağlar... Rüzgarın satır aralarıma sıkıştırdığı yolculukların daimi ve yalnız yol arkadaşları onlar. Kimi zaman esen bu sert rüzgar kalbimi göğüs kafesimden söküp dağ başlarında tilkilerin, kurtların, dağ tavşanlarının önüne atıyor. Onlar da bu davetsiz misafire telaşlı gözlerle bakıyor. Sonra ayakkabılarımı çıkarıp toprağın her zerresine işleyecek adımlarla insanlıktan uzak baharlar hayal ediyorum. Damarlarına kadar inmek istiyorum karlı zirvelere açılan güzergâhın kovuklarına. Ve bütün yolculukları kayıp bir çukurun nem almaz boşluklarında eriterek öcümü almak istiyorum. 


''İnsanlık=Megalomanlık''


Bir gün karıncaların keman tellerinden çıkan bölük pörçük bir ağıttan dolayı isyan ettiğini görürseniz şaşırmayın. Çünkü onlar birlik ve beraberliğin gerektiği ahir zamanın yangınlara damla damla su taşıyan öncüleri. Sırt sırta ve el ele güçlerini birleştirip bir Herkül edasıyla içlerimizi korumaya çalışıyorlar. Bu yangın bizimse sinelerimizi öylesine dağlamış ki, kaypak düşünceler urlaşmış ceplerimizde. Akrepler yuva yapmış iyilik zannettiğimiz bir elin diğerini göre göre yaptıklarına. Güya Halil İbrahim sofrası açmışız yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara. Ama herkesten önce sofraya biz oturmuşuz, karnımızı doyurup kalkmışız daha kimse ağzına bir lokma almadan. O yüzden sakın şaşırmayın freni patlamış insanlık kamyonu, kıyametin duvarına son hızla çarparsa!


''Geceyle son dans''


Yıkılmak üzere olan eski bir evin üzerindeki yazı irkiltiyor bedenimi: ''Kalbimiz üşüyor bizim, milyon kat giyinsek boşa.'' Evet, kuzey kutbunun tam ortasında buzların içine gömülmüş bir taş parçasından farksız kalbimiz. Ne sobalar yaktık, ne çıralar tutuşturduk buzları bir an olsun çözülsün diye ama işe yaramadı. Geçmişimiz bir örtü olmuş avuçlarımıza, tozunu toprağını örtmüş hislerimizin. Güneşin doğuşunda saklanan aydınlık girdabına olan hakkımızı kaybetmişiz. Yine de her şeye rağmen çıkarmıyorum boynumdan umudun gerdanlığını. 

''Biliyorum gecelerimiz çok karardı. Zira çok kararan gecelerin sabahları pek yakın olur.''