Kastamonu yolundayız. Hava çok soğuk, etraf karlı. Arabanın içi kolay ısınmıyor, paltolarımızın içinde donmamaya çalışıyoruz.


"Three little orphans, 1-2-3..."


Bojack Horseman'ın jenerik müziği ile çalıyor telefon. Öyle bir haber getiriyor ki, sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. En sevdiğim dizinin müziği her defasında en köklü travmalarımdan birini uyandıracak. O an bilmiyorum bunu henüz. Bilmemek ne güzel, değil mi?


"Melis Hanım, akciğerinizde bir kitle tespit ettik. Pazartesi günü bronkoskopi..."

Akciğerim mi? Şimdiye dek hiç üzerine düşünmediğim bir organ. Ben ki, hipokondriyanın sadık neferi, hiç akciğerimden şikayet etmedim bugüne kadar. Hem ben hiç sigara içmedim hayatımda. Sigara içenlerin bile akciğeri sapasağlamken, olacak iş mi yani? Hayatımın son on yılı hastalıklardan korkarak geçmişken, şimdi bir anda vücudumun en kendi halinde parçasının yüzüme attığı bu şamarı hak ettim mi ben? Gerçek mi bu duyduklarım?


Kastamonu'ya bir cenaze için gelmiştik. Buz gibi hava; mutsuz, ağlayan insanlar. Ve ölen kişiyi çok az tanımama rağmen bir köşede akan gözyaşlarım. Ne yapacağım ben? Nasıl yapacağım? Korkudan, şüpheden aklımı kaçırmadan bugünü nasıl geçiririm?


Geçiyor bir şekilde. Ankara'ya dönüyoruz. Akşam yemeğe çıktığımız arkadaşlarımızın durumdan haberi yok. Günlük dertleriyle oyalıyorlar bizi. Yaramaz çocuklardan, pahalı okullardan, biten ilişkilerden açılıyor bütün sohbetler. Hayatımın tüm sıradanlıklarına özlem duyuyorum o anda. Sıradan konuşmaların açlığından gurulduyor midem.


Bronkoskopi ve diğer tüm işlemler. Bir hafta sonra ameliyattayım. Uyandığımda Türkiye'de ilk covid vakası görülmüş. Uyandığımda paralel bir evrene düşmüş gibiyim. Sokağa çıkmamız yasak. Ben ağrılardan uyuyamıyorum, insanlar evde oturmaktan şikayet ediyor. Tek akciğerle nefes almaya çalışıyorum, insanlar maskenin rahatsızlığını anlatıyor. İki hafta önce Amerika'ya taşınıyorduk, biletimizi almak üzereydik. Sınırlar kapandı. İşsiziz, evsiziz, ailemizin yanında karantinadayız.


Günler geçiyor, aylara dönüşüyor. Yıllardır ayakları üzerinde durmuş, çalışmış, koşmuş, çabalamış bir insan, şimdi evden çıkmaktan korkuyor. Anlamaya çalışıyorum, nasıl oldu tüm bunlar? Bazen anladığımı, çoğunlukla aydınlandığımı, nadiren de olsa atlattığımı düşünüyorum. Olmuyor. Bir ileri bir geri tüm adımlarım. "Shark bite" deniyor sırtımdaki ize, köpekbalığı saldırısına uğramış gibi. Geçer gibi olsa da, izleri silinmiyor.