"Derin bir kuyunun içine uzun süre bakarsanız, o da sizin içinize bakar."
Yaşam, suretin perdesi kalkınca açığa çıkar.
Zihinde bıraktığı izlerin aksine kendisini coşkun duyguların, büyük olayların olmadığı sönük, sessiz saatlerde dışa vurur.
Ötekinin ufkunda kaybolmaya, kendi ufkunda çarpık yüzlere mahkum
-tekdüze bir armoniye kapılmış dans eder gibi- dalgalanmakta olan tek başına varlığın nefesi uğuldar kulaklarımızda.
Kelimeleri, düşünceleri savurur rüzgarda kendisini dünyaya fırlatan rüzgarı hatırlamaz. Mazgallarından kan akan, yağmurla yoğrulmuş toprağın üstünde havlayarak anlatır kendisini.
Kime seslenir peki?
Çok olandan bir olana, bütünden tikele nasıl olur da anlatır derdini?
Büyüsü bozulmuş bir oyunu tekrar tekrar oynamak ister.
Yine de susmaz, karanlıkta sesleri yankılanır.
Biçare, çığlıklarıyla doldurur semayı.