Bazı zamanlar vardır; hayatın en acımasız yüzünü gösterdiği, her şeyin üst üste geldiği, herkesin size düşman olduğu, sizi dinleyecek kimseyi bulamadığınız zamanlar. Ayazları, fırtınaları, ayrılıkları, vedaları, yolculukları içinde taşıyan zamanlar. Nefes alamazsınız ama boğulamazsınız da, bağırırsınız  sesinizi kimse duymaz, yanarsınız içinizdeki ateşi kimse fark etmez. Gitmek isteyip gidemediğiniz zamanlar yada kalmak için elinizden gelen her şeyi fazlasıyla yaptığınız, ama gitmekten başkada çarenizin olmadığını anladığınız zamanlar.

Haydar için de öyle zamanlardı o akşam.

         Kendini dışarı attığında, bunun son olduğunun farkındaydı. Kendini bu saatlerde ilk defa dışarı atmıyordu ancak bu sefer dönmemekte kararlıydı. Günlerdir nefes almamış gibi derin derin nefes alarak uzaklaştı evden. Üstünde siyah bir mont, başında bere vardı. Yanına hiçbir şey almamıştı. Günlerdir yağan kar, yerini rüzgâra bırakmış, her taraf buz tutmuştu. Günün aydınlanmasına daha dört saat vardı. Bu saate gideceği hiçbir yerinin olmadığını öğrendiği zamanlardı. Bir sokak lambasının altında durup üst üste birkaç sigara yaktı.

         Doğup büyüdüğün, her sokağını ezbere bildiğin koca şehirde, gecenin bir vakti, yanına gidecek bir dostu bile yoksa, insan o şehirde neden yaşasın ki? O insan, artık oralı değildir. Arayacak bir dostu bile kalmamışsa o insanın oradaki hikayesi bitmiştir. Dedi kendi kendine. Derin bir yalnızlık hisseti. Dönüp yanındaki sokak lambası direğine sarıldı. Herkesin Haydar’a düşman olduğu zamanlardı, başka türlü, İnsan ayazlı bir gece vakti bir beton direğe, neden sarılsın ki?

         İliklerine kadar üşümüştü. Hava henüz aydınlanmamış ve ayaz şiddetini artırmıştı. Şehirle vedalaşır gibi sokakları yürürken, önüne bir köpek sürüsü çıktı. Köpeklerin havlamasıyla korkup kaçarken köpekler peşine takıldı. Sokağın başına kadar kaçtı.  Aniden durup köpeklere döndü:

        -Gelin ulan gelin… Siz mi daha köpeksiniz ben mi göstereceğim size …Bu gece ben sizden daha köpeğim ulan gelin… Diye bağırdı. Bu çaresiz bağırışları duyan köpekler kaçmaya başladı, Haydar köpekleri kovalarken bir yandan bağırmaya devam ediyordu.

        - Gelin ulan gelin bu gece ben sizden daha köpeğim.

          Kaçan köpekler gözden kayboluncaya kadar kovaladı. Kaç sokak köpek kovaladığını fark etmedi bile. İleride, karşısında Hastane vardı. Hastaneye doğru yürüdü, acil servise gitti. Banklardan birine oturdu. Nihayet biraz ısınmak için kendine bir yer bulmuştu. İçeride hastası varmış gibi, acil serviste bir banka oturup sabahı bekledi. Uyuklar gibi oldu uyuyamadı. Hala üşüyordu.

          İlk otobüse binip gidecekti. Doğup büyüdüğü ve bugün yabancısı olduğu bu şehre bir daha dönmemek üzere yola çıkacaktı. Çocukken top koşturduğu, kavga ettiği sokaklara, aşklar yaşadığı parka, aşklarına, yarım kalmışlıklarına, acılarına, sevinçlerine, hayallerine, hayal kırıklıklarına… bir veda bile edemeden içinde kırgınlıklarla, içinde hüzünlerle bu şehirdeki hikayesine son verecekti.

          İlk otobüsün çıkmasına bir saat vardı. Haydar içten içe birinin, arkasından kendisine gitme, kal demesini çok istedi. Gözü, gelecek otobüsü beklerken, kulağının gitme diyecek sesi beklediği, bir geceden daha uzun süren bir saatti. Haydar’ın gitmekten başka çaresinin kalmadığını anladığı zamanlardı. Kimse kendisine gitme demedi.

         Camdan dışarı baktı. Cadde ve sokaklar boştu. Gece kovaladığı köpekleri gördü, onlara el salladı.  Yutkunarak Elveda dedi.             

                                                                                                                                           Hasan Hasari