Gri, yorgun bir kış geride kaldı. Kampanyaların ve indirimlerin olmadığı günler. Güneş şiddetli uzun bir sessizlik yaratacak. Ölmüş bir hava etrafta sessizce dolaşıyor gibi. Her şey değerinde alınıyor, satılıyor. İşyerleri insanlara yeni bir dürüstlükle eğilmeye başladı, hiçbir şeye dokunamıyorsun ki ablacım... Allah yalnızca böyle konularda yardımcımız olmaya çalışıyor. Döner kapıya koşarak sokulduğunda Beyaz Hanım, asri bir tapınağı andıran AVM'nin güvenlik görevlileri tarafından nedense durdurulmuştu. Esasen kimse ötekilerle ilgili de değildi. Demek Üniformalar böyle otorite kuruyormuş. Bir Rönesans heykeli gibi dikilen görevli umarsızca "Hanımefendi HES kodunuzu girebilir misiniz?" dedi. Sesi mekanikleşince buyruk halini aldı. Umursamazlık, dalgın bir müsamaha ile hoşgörü şekline büründü. X7D8968213. Doğrulanıyor. Yeşil bir ekran yolu sertçe yardı. Buyurun. Beyaz Hanım AVM'nin yüksek tavanlarıyla neyi teşvik ettiği belirsiz gri kolonlarının yanından geçtiğinde ezberlenmiş sözleri söylemekten bıkmış makyaj-kadın dini bir ayinde zikredercesine “Kahvemizi tatmak ister misiniz?” diye söylenip duruyordu. Kendisini ulvi bir yolculuktaymışçasına merdivenlerin önünde buldu. Yürüyen merdivenler yükselip yükselip onu uhrevi bir ferahlamaya çekiyordu. İnsanların neredeyse hepsinin kulaklıklarla donanmış olduklarını hayretle fark etti. Sakin bir mağazaya doğru yöneldi, tereddütle içeri daldı. Görevliler pusuda. Medeni bir sürü. Bahtiyar olsa böyle tarif ederdi diye geçirdi aklından. Sırıttı. Tezgahtarlar insanüstü bir şıklığa bürülü. Ama yine de tanrısal olmanın asilliğini de taşıyamıyorlar. Elbiseleri bedenleriyle vecd halinde. Adem’inin post-modern temsili. Cesaretini topladı. Adımladı. Işık kıyafetleri daha cazip hale getiriyor. Aynanın karşısında kendisini eskimiş hissetti. En tehlikeli mağazalar bu tenhalardır. Ona doğru gelen görevliyi görmezden gelerek çantalarla ilgilenmeye koyuldu. Burası kalabalık mağazalar gibi değil. Oralarda insanlar kişilerden oluşmuş bir sürü, bu yarı tanrı güruh dahil her şey birer nesne. Dil satın alan, iade eden, fatura kesen bir emtia. Yeni insansızlıklar yeni özgürlükler getiriyor, alışla verişi hızlandırıyor. Sonunda yakınına doğru “Yardımcı olmamı ister misiniz?” diye bir ses tısladı. Türkçe, bir dal gibi eğildi. Mağazanın fiyatlarıyla dilin kıvraklığı paralel gidiyor. Beyaz hanım mahcupça "Gerek yok, teşekkür ederim." diye geçiştirse de ince sesli kadın yine de bilgi vermek zorunda olduğunu söylemek hususunda ricada bulundu. Ve kelimeler süratlenme başladı, bir süre sonra kontrolü imkansızlaşan çabuklukta şiddetini de arttırdı. Birden insan sezgisi kötü bir şeyler olacağına dair paniğe kapıldı. Sözcükler böylece daha da süratleniyormuş yanılsamasına girdi. Beyaz hanım etiketleri kontrol ediyordu ve nedense fiyatlar uygun görünüyordu, halbuki indirimlerin ve kampanyaların esamesi okunmaz olmuştu. Bir ay öncesine göre fiyatların yükseldiği konuşuluyor, faizlerin düşürülmesinin doğru olmadığı tartışılıyordu. Hayır faiz nastı. Hayır faiz değil riba, Hayır! doğrusu tefecilik. Tuhaf, dedi. Zaman nasıl da geçti. Çıktı. Kitapçı... Akıl ve kâğıt kokusu. Raflar bulanıklaştı. Zaman bisikleti, Momo, Motosiklet bakım sanatı. Kitapçılarda ilgisizlik sessiz bir kuraldır. Bazen acemi tezgahtarlar atılganca "Yeraltından Notlar kalmadı, Üç Adımda' Felsefeyi ister misiniz?" diye Türk milletini okumaya teşvik etse de bu kolaycı tavır entel takımını huylandırıyordu. Bahtiyar olsa alay edecek bir şey bulurdu. Yüzü kırıştı. Ne yapıyordur acaba? Göğsünde hırıltılı bir acı canlandı. Dışarı çıktığında telefonunu tezgahta unutmuş olduğunu fark etti. Aceleyle döner kapıya doğru adımladı. Hanımefendi, HES kodu? X7D8968213. Yükselen merdivenler... Mağazaya tekrar girdi. Elbiseleri incelemeye başladı. Olsun, kırmızı renkli eteğim yoktu, başka zaman bakarım çantaya. Bahtiyardan bir mesaj. Kaygı ayaklarını sardı.
Bahtiyar Bey, yatağına kurulmuş, pencereden gelen sıcak esintinin içinde uyukluyordu. Şehir, yıkıntılarından yeniden doğarken sisli bir toz püskürtme mesaisindeydi. Kiralık bir evde uzun süredir yalnız yaşayan Bahtiyar Bey, kendi halinde orta yaşlı bir bekardı. Yazları, öğleden sonra şiddetli güneş ışığı odayı doldurur insanın içine uzak ve bilinmez bir sıkıntı bırakırdı. Yalnız yaşadığından Bahtiyar Bey, evin temizliğine pek de önem verdiği söylenemezdi. Sıklıkla daire tozlu olduğu halde temizliğin ertelendiği olurdu. Böylelikle evin gelip gideni de olmazdı. Bahtiyar kirli evine kimseyi davet etmez pasaklı biri gibi görünmek istemezdi. İkindi vaktiydi. Kapı uzun süre çaldı. Gözleri tavana dikik. Henüz beliren gürültünün idrakine varamamış. Zil onun için yalnızca bir ses, anlamı yok. Kulaklarındaki ses birden aklına çarptı, gözlerini kaldırdı, ayaklarını sürüyerek sese doğru adımladı. Karanlık bir koridor, loş, iç karartıcı bir gölge. Buyurun. Armuttan göbekli, jilet gibi kel bir adam bir şeyler söylüyor. Bahtiyar Bey “yeni uyandım ve söylediklerinden hiçbir şey anlamadım” gibi bir şeyler sayıkladığında, Armut adam, sesini yükseltirse daha anlaşılır olacağını varsayarak gürlemeye başladı “Diyorum ki sitenin yöneticisiyim aidatları dört aydır ödememişsiniz”. Sesinde bir tedirginlik var -henüz otoritesini kuramamış yeni bir başkan tedirginliği-. Kelimeleri tutarak “Başkanım,” diyorum, gözlerini bana ilk defa dikiyor, “yarın öderim”. Kapının çarpılma gürültüsü var olduğunu duyumsattı. Yanağında bir çukur oluşmaya başladı. Mutfağa dönüp soğuk bir su içip bir an önce serinlemek istiyordu. Dudaklarından boğazına gelen ferahlık midesine yerleşti. Boynuna damlayan damlacıklar hızlıca kavurucu ısıya boyun eğdiler. Kolunun tersiyle ağzını sildi. Fırça dişlerinde gezindi. Sol sağ sol sağ. Bir ki üç dört. İleri marş. Hoh. Soğuk bir nefes. Naneli Haşikio. Sırıttı. Aynadaki soluk yüze baktı. Sararmış lekeler sperm gibi saçılmış. Post-modern sanat. Hahhaa. Bıyıklarım uzamış, vücuduma batıyorlar. Gittikçe daha çok kaşınmaya başlıyorum. Uyuz olma ihtimalim yok. Demek ki uzun zamandır yıkanmadım. Mağara adamına dönüştüm. Aklına müstehcen birtakım karikatürler geldi. Aynaya yaklaşıp “çirkinliğin estetiği” diye mırıldandı, “s.kt.r l.n” diye yansımasına sırıttı ve üstünü giymeye yollandı. Başkanın parasını vermek lazım, kapıyı suratına vurduk ama... Vurduk? Suçun çoğullaştırılması. Hayır suçun yayılması. Suç ve Ceza. Kapıyı vurdum mu acaba? Vurdum sayılır. O kadar şiddetli olmasa da onlara karşı gücümü gösterdim. Onlar? Onlar işte. Onlar Onlar Onlar...Bilmiyormuş gibi davranma. Uyanır uyanmaz başladın gene. Sen adam olmayacak mısın? Yarın yapacak iş bulduk, yine iyiyiz. İyiyiz? İyiyim işte. Beni sürekli düzeltmeye zorlayan aklımla yaşıyorum. Ben ve değerli aklım. Kendime profesyonel bir şekilde göz gezdiriyorum. Göz gezdirmek. Gözü kolundan tutup karşıya geçiyoruz. Trafiği ilk defa gören bir homotrafikus oluyoruz. Gözlerimizi bazı şeylerden sakınmalıyız. Mesela yaptım oldu mimarisinden, sosyal medyada tanıyamadığımız yakınlarımızdan, güzellikleriyle ölçülü müstehcen birtakım şeylerden. Den ve den. Denden... Evin kiri gözüne battı. -Göze batmak- çocukken yapardım. Öğretmen teyzemiz bizleri daha uygar insanlar yapabilmek adına sopalardı, seni seni, sen çok göze batıyorsun, hortlak gözlerini öfkeyle dikerek bizi korkutmaya çalışırdı, nihayetinde toros marka arabaya sahip şişman bir çilozdu, evi iyice temizlemek lazım, toz uykumdaki kokuları bölüyor. Toz kir değildir, kadınlara anlatmak lazım, kadınlar niçin temizliği bu kadar önemsiyor? Mutlak bir düzen istiyorlar herhalde, belirsizlik; erkeğin ilk günahı. Ve Rab Ademe buyurdu, ben ki “O” Oyum, oyun mu? O mu? Koyun. Meee. Meme. Süt. Gözleri gülmeye başladı. Saçlarını yukarıya kaldırmaya çalıştı, yapamadı, vazgeçti. Çelikten kapı gürültüyle açıldığında gördükleri aklını bulandırdı. Başkan karşısında bir armut gibi yine duruyordu.
Dün akşam da söylemiş olduğu gibiymiş faturaları hala bizler gibi yatırmayan insanlar yüzünden geceleri uyuyamıyormuş, bu işlerden sıkılıyormuş -bana kalırsa dert yanmaktan başka bir şey değildi bu- insanların siz söylemeden düşünmesi gerekiyormuş zaten kendisini bu göreve bir oldubittiyle getirmişlermiş, üstelik kazandığı bir meblağ da yokmuş, müsaitseniz beraber yürüyelim hem parayı çeker öderim hem de bir şeyler içeriz şurada, olur diyor başını sallıyor, gözlerinden solgun bir ışık geçip gidiyor. Asansör. İki insanın birer yabani hayvana döndüğü tuhaf icat. Kimse aynaya bakamıyor, baksa bile çaktırmıyor, insan suretine bakmama kaidesi, telefonlar çıkarılıyor, meşgulleşiyoruz. Karanlık koridorun ucunda şiddetli bir ışık beliriyor. Ne iş yapıyorsun? Memur. Nerede? Yakınlık kurmak için ısınma turları, henüz nereli olduğumu ve kimlerden olduğumu bulup çıkarma aşamasına gelemedi ama illaki bir yakınlık bulunmalı, çıkmazsa bari genel geçer bir şeyler söylenmeli “falanca zaman oraya gitmiştim”, ortak bir mazi üretme çabasının iptidai aşamaları, aklımın kenarlarından bir gülümseme geçiyor, adama dönüp soruyorum peki ya sen nerelisin başkanım? Anlatıyor. Bizim zamanımızda diyor, gerisini dinleyemiyorum, üstüme korkunç bir yorgunluk çökmeye başlıyor, bunlar iyi günlerimiz diyor, tüm bu felaketler diyor, ahir zaman, kadınların çıplaklığı, erkeklerin kadınlar gibi kadınların erkekler gibi olması, dine dayanmanın dayanılmaz hafifliğiyle sertçe insanları vuruyor, İslam diyor, sözünü derhal kesiyorum, özür dilerim başkanım, yaşınız benden çok büyük fakat neden önce insan diyemiyoruz? Neden insanın önüne bir takım sıfatlar ekliyoruz? İlk önce insan değil mıydık? Öyle ama diyor, amadan sonrasını dinlemiyorum, birden düşman kesiliyorum, kafamın içinden ona küfürler ediyorum, onu dinliyormuş gibi yapıyorum. Anlatsın dursun banane diyorum. parmaklarımın arasından gri tuşlar kayıyor, makina ağzından bir takım kağıtlar kusuyor, utangaç bir gülümseme başkanın eline koluna yerleşiyor, parayı eline tutuşturuyorum, şuradan bir sigara diyor, önü rengarenk bir marketten içeri giriyoruz gittikçe evcil bir mağaraya dönüşen bu köhne yerin arkasından vahşi bir ses geliyor, ağzında çiğnediği şeyi bize ısrarla hissettiren bir insan çıkıyor “buyurun” gibi bir şey diyor. “Oradan bana uzun parlement” diyor başkan, mağaranın içinde sehpanın üstüne çökmüş sakal ve bıyıklar görüyorum, ışığa doğru çıkıyoruz. Şura dediğim kahvehanenin bahçesine çöküyorum, başkan verdiğim parayla aldığı sigarayı bana tutuyor, bıraktım diyorum, ağırlıklarını sehpanın üstüne bırakıyor, telefon, çakmak, tespih, sigara dizilip ağır bir kültür oluyor. Başkan parmağında mantar gibi bir yüzükle gerinerek oturuyor, ilk defa yüzüne dikkatle bakıyorum, suratında bir emin olma hali, kırlaşmış saçlar, jilet gibi bir kılık, göğsünden bir orman taşıyor, tam bir oturaklı başkana dönüşüyor. Evli misin? Soru bir ok gibi Bahtiyar Bey’in aklına saplandı. Gülmeye çalışarak “kiracıyız be başkanım” başkanın kahkahasından evvel öksürüğü başladı, kendi yalnızlığına yabancı bir ses rengiyle “bu soruların biz gençleri -kendisini hala genç sayıyordu- nasıl yaraladığını -gözlerini ona çevirmeden ısrarla cümleyi bitirmedi- sakince, soruyu çevirip “biliyor musunuz başkanım?” hüzünle parmağını başkana dikti. Eskiden böyle değilmiş, gençlik sorumluluk almaktan korkuyormuş, bir kadını diye gerindi, devam ederken nefesi yetmedi. Soluklanarak, bir kadına bugün bir şey diyebiliyor musun? Sistem baştan bozuk, Allah, hayırlı, kısmet. Sesler kalabalığın içinde kayboluyor, masanın üstüne bozukluklar bırakılıyor. Başkana hayırlı günler dileniyor, çelikten kapı açılıyor, karanlık bir koku burnumdan geçip tembelleşiyor, Bahtiyar Bey ayaklarını sürüyerek kendisini kitaplığın karşında duran bok rengi kanepeye bırakıyor. Yoruldum. Başkan artık onun kafasında durup bekliyor. Konuşma sırası bizde bu defa başkanım. Cevap vermemenin onaylama olduğu yanılsamasına kapılıp aklımı serbest bırakıyorum. Beni yordunuz başkanım, düşüncelerimi yordunuz, beni insanlıktan çıkardınız. “Siz” diye dikiyorum parmağımı “beni delirteceksiniz!”. Beni anlatacaklar, mişli geçmiş zamanlarda geçeceğim, acıklı hikayelerin bilinmeyen zavallısına dönüşeceğim, patavatsız bir hergelenin dilinde absürtleşeceğim, soğuk mantıklarıyla tartıp duracaklar, bir sonuca varmak için atasözlerinden, deyimlerden yardım alacaklar, beni olduğumdan daha komik daha zavallı hale getirecekler ama sonunda hep daha, daha, daha olacağım. Nihayet yerel bir hikâye olup unutulacağım. Bir hikâye. İstedikleri dersi de çıkaracaklar. Çıkarsınlar, haklı haklı sürünsünler. Mezarımda beni deli edecekler. Gözlerini çevirip soluk tablodaki insan suretine baktı. Çığlık. Midesine bir taşkınlık geldi, yüzü ekşidi. Lavaboda yediklerini çıkardığında rahatlamıştı. Yatağa serildi. İnsana insandan başka sıfat yakıştıranlar insan değildir başkanım. Bu durumda size başkan dediğim için beni affedin.
Günler büyüdükçe büyüdü, çoğaldı ve Bahtiyar Bey aradan bir ay geçmiş olduğunu aidatı tekrardan kapının önüne atılmış bir kağıt olarak gördüğünde anladı. Aklında başkan belirmeye başladı. Demek beni gördüklerinde akıllarından artık evlilik geçmeye başlıyor. Gecikiyorum başkanım, fakat neye olduğunu bilemiyorum. İçinde bir hüzün birikti. Aklımı dışarıya çıkarmalıyım, biraz nefes aldırmalıyım, derin bir nefes havaya karıştı, bir iki üç, evden kaçar gibi çıktı. Yürümek başkanım, beni biraz olsun rahatlatıyor. Yeşil uzunca bir park. Yalnızlar parkı. Parklar niye var? Oturdu. Bir kamyon yoldan bağırarak geçti. Işıklar. Kamyon ağlayarak durdu. Beyaz, neredesin? Beni yalnızlığımla bırakma. Yüzünün her gölgesini, yansımasını özledim. Beni niçin bıraktın? Kenarlarına ağaçlar saplanmış uzunca bir yol. Kaldırımlar, geometriye iman, heybetli bir tabela, Dur! Durdu. Kahvehanenin camları buğulu, kapıyı açtı, gözlükleri aniden buharlandı, gerçeklik bulandı, çöktü. Bir çay! Acı. Gözler televizyonda. Birazdan asgari ücret açıklanacak. Kırlaşmış saçlarıyla sıkıntıdan yoğrulmuş bir güruh. Çaylar yudumlanıyor. Yağmur sevinçle karşılandı. Açılan kapıya umutla bakıldı. İnen çıkan dolar konuşuldu. Bel altına doğru bir şaka uzanıyor, Biraz ciddiyet. Biraz alay. Devam. Cumhurbaşkanı övünüyor, Hak teslim ediliyor, memnuniyetsizler ise yine aynı. Akşamı bekleyen milyonlarca yığın; emekli. Kalktı. Çarpı. Tabela buyurdu. Yasak. Ney? Park. Devam. Bir keşiş gibi sürünüyorum fakat ben neyi yayıyorum yalnızlıktan başka? Beyaz beni niçin bıraktın? Mesaj görüldü. Bacakları hızlandı. İçinde bir sıkıntı doğmaya başladı. Emin misin Soru işareti. Midesindeki sancıyı dinledi. Cebinde bir titreme. Gelmemi gerçekten istiyor musun. Soru işareti. İstiyor muyum. Kafasında bir simge belirdi. ? Neden bana böyle sorular soruyor. Yazıyor... Bir banka çökmüş bekliyorum, kimi, soru işareti. bilmiyorum, geleyim mi? Doğru noktalama, gelme. Gel.