Bir sonbahar akşamı rüzgarın esintisine doğru yürüyordum, bir anda içime yalnızlık çöktü aslında alışık olduğum için pek umursamadım, biraz daha Yürüdükten sonra etrafımı hüzün sarmıştı, açık olmak gerekirse biraz korktum, bu sefer de içimi korku ele geçirdi, kendimi caddenin ışıklarına, sokağın uğultusuna bıraktım. Biraz yürüdükten sonra geçmişim beden bulmuş hali ile karşılaştım bana alaycı gözlerle dikkatlice bakıyordu, neden o şekilde baktığını çok iyi biliyordum, insan bazen geçmişini silmek isterken kalemle üstünden tekrar geçer ve daha da göze çarpar. Ben tam olarak her silmek istediğim de üstünden geçtim, hüzünler , dertler bu sefer ruhuma işlemişti. Daha sonrasında geçmişimin alaycı bakışlarından uzaklaşıp yürümek isterken ruhumu bir elin okşadığını hissettim. Bu farklıydı bu okşamak değil iyileştirmek gibi birşeydi resmen, o dakika anlamıştım geçmişin geçmişte kalıp değiştiremeyeceğin şeylerin öldüğünü , ne kadar istesen de değiştiremezsin ölen birisini tekrar diriltememek gibi birşeydi. Bazı şeyleri akışına bırakıp anı yaşamanın değerini hiçbir zaman bilememiş insanoğlu belki de ruhumu okşayan herneyse o olmasaydı geçmişe hapis kalmış yazılar, düşünceler içinde boğulan birisi olarak kalacaktım. Bir insanı sevmek ruhunu okşamaktır, saçını okşamak saçına iyi gelir eğer ruhunuzu okşayan bir seveniniz yoksa ruhunuz hep ağır hasarlı kalır. Beni seven , zor zamanımda beni düşünen bir insan olmadığını anlayınca kendimi sevmeye başladım ve kendi ruhumu okşayıp bir ağaç gölgesinde güneşin tadını çıkarmaya başladım.