Ne günlerin nabzını hissedebiliyorum ne de zamanın kasvetli soluğunu. Kendimi bambaşka bir insanın ruhundan arındırmanın uğraşı içerisindeyim. Etraf kalabalıkken kendimi hissetmediğim anlarda olağan akışın içinde olabilmek çok kolay. Kandırabilmek kendini, en çok kandırabilmek zor şu dönemde. Anladım ki ikili ilişkilerin en cazip tarafı anın içinde olduğuna kendini inandırabilmekmiş. Ben aslında kalmamışım kendimde, içim çürümeye başlamış ruhum silikleşmiş. Olmaya çalıştığım insanı çok düşünmeden oynatmışım gösteride. Hissetmeden, yüzüne bakmadan. Kimsesiz kaldığımı hissetmem normal o yüzden. Uzun zamandır alışılagelmiş tüm kalıpların dışındayım çünkü. Nereye koyacağımı bilemiyorum ellerimi bu yeni sahnede, mimiklerim hep tedirginlik üzerine. Üstelik artık seyircisi bol bir gösteri de değil bu, eksik; biraz da acımasız izleyenler. Dudaklarımı kemiriyorum çoğu zaman, ışığın yüzüme yansımasından rahatsızım. Göz bebeklerim bir ateş haresi arıyor; kendini kaybetmek, yeni bir noktaya odaklanmak için. Çünkü en korktuğum şey başıma gelmek üzere; belki de asırlar boyu sürecek bir çekişmenin içerisine gireceğim içimdeki tanrılarla. Toz bulutları dolaşacak aramızda, bakir fikirler tartışılacak. Susmayacağız saatlerce. Her birine ayrı ayrı sunacağım özümden, yavan kelimelerle. Asla bir kazananı olmayacak bu çekişmenin. En sonunda ben yığılacağım sahnenin ortasına, gözümde tek ışık haznesiyle. Korkuyorum... En çok bu içe dönüşten korkuyorum. Yaratacağım tanrıların azametinden belki de.