Yine oldukça sıcak bir gündü. İlkbahardaydık ama kavuruyordu güneş. Rengin teyzenin yok olmaya yüz tutmuş bahçesinden aşırdığım harnubu almış, nehrin oradaki bir ağacın altında kemiriyordum bizim Muzaffer’i beklerken. Sözleşmemiştik ama ne zaman gitsem evinden görebiliyordu orada olduğumu ve bitiveriyordu yanımda. Hah geldi işte. Selamsız başladı. 


“Kıçımı yesinler. Hepsine göstereceğim bir gün, o zaman görecekler kimmiş yalancı.” 


Böyle diyordu Muzaffer. Yine kızdırmışlardı onu, daha doğrusu o yine kızacak birilerini bulmuştu. Ne olduğunu sormama gerek kalmadan devam etti, ben de bir ona göz atıyor bir de elimdeki harnubu zorla yemeye çalışıyordum. Sevmemiştim, kuru kuru bir şeydi.


“Geçen gün okulun orada gördüğümüz kedi vardı ya hani kulağından yaralı. Ben sonra geri dönüp kediyi alıp eve getirdim. Bizimkisini biliyon asla izin vermezdi de bir şansımı deneyim dedim. Sonrası kıyamet, gürültü tahmin edersin. Neyse efendim ben bunu geri götürdüm sonra mecbur. Ertesi gün kediyi bizim avluda gördük. Saydırdılar tabii. Vallahi ben getirmedim diyorum ama yok arkadaş, anlatabilir misin bunlara? Asiymişim de saygısızmışım da...”


Biraz durakladı, benden bir şeyler söylememi bekliyor sandım ama yok, bir şeyler düşünüyordu. Baltalamamak için sustum.


“Sana da öyle geliyor mu?”


“Nasıl?”


“Çok öfkeliler.”


“Kimler?”


“Herkesler. Her şeye, herkese.”


“İyi de sen de kızgın değil misin şimdi, ne zaman buraya gelsek kusmuyor musun öfkeni her şeye, herkese?” demedim tabii. Bekledim, söyleyecek bir şeyleri daha olmalıydı.


“Hep böyle mi olacak? Biz de mi öyle olacağız oğlum? Bu mudur insan olmak? Bir şeyler olacak ve kızacaksın, sonra kızana kızacaksın, sonra kızdırana kızacaksın... Ne bok var da dolmuşlar bu kadar? Yok arkadaş bitmiyor öfkeleri, kus kus kus bitmiyor.” Gittikçe kızıyordu.


Dayanamadım.


“Sen de dolmuş gibisin.”


“Ben onların yükünü paylaşıyorum. Diğer her çocuk gibi.”


Bunu söylerken gözlerini benden çekti. Bunu sık sık yapardı ve bunu yapış biçiminde beni sinirlendiren bir şeyler vardı nedense. Benimle her şeyi paylaşıyor fakat benim onun gibi olmadığımı düşünüyordu bana kalırsa. Bir şeylerden şikayet edecek olursa önce beni ayırır sonra bir kümeye sokardı kendisini. Oysa şu an bahsettiği yükü ben de taşıyordum. Evet belki bir öfke yumağı değildi bana sunulan ama büyüklerin duygularının yükünden sıyrılmak mümkün mü? Onlar da bizim de bildiğimizi, hissettiğimizi bilmiyorlarmış gibi yapıyorlardı yalnızca. Topyekûn bir anlaşmayla da kabul edilmiş, herkes bu körebe oyununa ortak olmuştu. 


 “Şunu doğru dürüst yesene be, kıtır kıtır ağzında oynatıp duruyorsun. Yok yemeyeceksen de tükür.” dedi.


Beklemediğim bir anda yakalanmıştım buna, kızdım. Tükürdüm suratına harnubu. Bu kadar kızacak bir şey var mıydı sahi?


“Tükürdüm.” dedim.


Üzerime saldırmasını bekliyordum. Şimdi boğazıma sarılacak ve bana küfürler yağdıracak diye beklerken donuk bir bakış fırlatıp gitti Muzaffer, hiçbir şey söylemeden. Ardında bıraktığı toz bulutlarına dalmıştım, seslendim sanıyordum arkasından ama sanırım ağzımı açmamıştım.