Zamanım doldu. Ümitlerim tükendi. Eski, bilindik bi distopya bu. Yaralanmaktan korkuyorum. Yaralarımsa iyileşiyor, neye yararsa. Bugün geldiğim yerden çok uzaktayım. Yol aldım öyleyse. Yollardan geçtim, yola geldim, dizginim. Uçmayı bilmez, yürümekten aciz ruhum artık geri dönemez…
Güneşli olduğunu zannettiğim bir günde başladı olanlar. Daha önce gözümün hiç seçmediği bir ışık halesi ilişti yüzüme. Güneşin ikinci eşiydi sanki. Beklenmedik bir anda gelmişti. Şaşılacak şeydi elbet. Çok geçmeden bu aydınlığa alışmıştım. Gözlerim sanki daha fazlasını görmek istiyordu. Bu kadarı ile kör olurum sanmıştım, yanılmışım. Aydınlık değil, karanlık kör etmiş beni yıllarca. Bu karanlık da zorlama filan değil, gözlerim bağlı, körebe oynamaktaydım, ta ki beni bir ışık ebeleyene kadar.
Zaman aktı haliyle hale ile. O hale ben oldum artık. Onun ışığı, acısı, sancısı hepsi ben oldu. Asırlardır yanmakta olan bir meşalenin feriymiş meğer hale. İnsanlığın ateşi, insanlık için yanan. Körebe oynamak istemiş insanlıkla. Onlara dokunmanın tek yolu bu sanmış hale, sonunda gerçekten kör olmuş, bunu da o olduğumda anladım. Kendi ışığını göremez olmuş, bildiğini de okuyamaz. Körebe oynayan beni görünce bana dokunmak istemiş. Benimse gözlerim açılmış. Beni başta kendisi gibi sanmış. Öyleyim ya da değilim. Kendini göremeyen hale bana kendimi göstermiş.
Zamanım doldu evet. Halenin gözlerini açmak için hale olmak istedim ben de. Hale ise yok olmanın eşiğinde. Işığım ulaşmıyor henüz ona. Hem bir hale hem bir ayna olmak istiyorum onun için, sönmeden, yitip gitmeden. Kendini göremeyen hale oysa ne çok aydınlattı beni. Yiterse ben yine körebe mi oynarım? Kendimi de başkasını da göremediğim o oyunu? Olmaz işte, gördüm bi kere, olmaz. Körken düştüm, kalktım, kanadım, acılar tattım ama gözlerim açıldığında en çok anladım bana ne olduğunu, kim olduğumu. Haleyi de halemi de kaybedemem artık. Zamanım doldu. Ebelemem gerek.