Hayat akar gider, hiçbir yara geçmez ama eskisi kadar da acımaz artık, yerini buruk bir alışılmışlık alır. Bazen günlerce en sevdiğimiz elbisemizi nereye koyduğumuzu hatırlamaya çalışır ve bir türlü bulamayız, koyduğumuz yerde bulamadığımız hayat gibi.
Her hatadan dönemeyiz bazen mutlaka telafi edilir ve yeri dolar, ama gözlerimiz eskisi gibi parlar mı?
Bazen neşe dolup taşarız, kelebekler uçuşur karnımızda, ama hep bir korkuyla bakmaz mıyız o kişinin gözlerine; çoğu zaman fark ederiz belki de… Mum gibi yavaş yavaş eriyerek yok olur içimizdeki o kelebekler.
Acı hiçbir zaman azalmaz aksine çok sever yerini . Çoğu zaman bencildir, sürekli ondan bahsedelim ister. Kanatlarımızdan doğmaya çalıştıkça tökezletir bizi, kırmaktır çünkü tek amacı o kanatları. Yine de kopamayız ondan ,bir zamanlar kopamadığımız o hayaletler gibi.
Kırılır bir gün kanatlarımız hep eksik kalır bir yanımız,tamamlanamayacak gibi hissederiz. Kim bilir belki de tamamlanamayız. Bazen boşluklar hiç dolmamak üzere açılır, ufak şeylerle avunur umut ederiz.
Rüyalar yeter bazen özlemimizi dindirmeye, hep tanıdık yüzler ararız.
Yeni şarkılar keşfederiz, nasıl da bizi anlatır. Yeni yolculuklara çıkarız, hiç bilmediğimiz bir şehirde sokak sokak gezer, rastgele dükkanlara gireriz. Tamam deriz; hayat aslında ne kadar basit, zor olan biziz acıyı hep biz var ederiz içimizde.
Bazen hayır deriz; bu kadar basit olamaz, içimizde yanan bu alevin mutlaka bir anlamı olmalıdır çünkü. Bu alev her zaman yakmaz bizi, avunmaya çalışmanın alevidir çünkü. Avunmaya çalıştıkça alev kendini suya bırakır.
*İlk girdiğimizde su buz gibi gelir
formül çok basittir aslında; girince alışırız yavaşça…