İnsanlarla tanışıklığım arttıkça insanların içinde beliren körlüğe karşı nasıl davranmam gerektiğini yavaş yavaş öğreniyorum. Körlük diyorum kötülük demeye dilim varmıyor. Adına yaşam dedikleri yaşamdan kopuk bu vahşice düzenin var ettiği kadar canlıyım ben de. Egolarımla savaşmayı bilmediğim içindir belki bu yalpalayışım. Dik durmak mı?  Buna mecburum, dik de duruyorum belki.  Biraz insanım. Aklımın yettiği kadarı ile…  Bu körlüğü akıl noksanlığı olarak niteleyen ben için etiklerimi oluşturan bazı sözleşmelerden feragat etmem  hali hazırda bu benlik için en iyi neticem olacak. Başka türlü ayak uyduramayacağım gibi gözüküyor.  


     İnsanlar için oluşturulmuş bütün duygu durumları sorgularken taşa işlenmiş ağlamaklı bir heykele içerlenirken buluyorum kendimi bazen. İnsan yeri gelir duygusunu tarif edemediğini bir taşa yontar. Bir insana nasıl anlatamaz? Aklımın kesinliği burda bir kere şüpheye düşer. Ne acı insanlığı anlamak için yapılan bu muhasebelerin insanı insandan uzaklaştırması.  Bu etik değerlere ayak diremesi  insanın körlüğü. Kendi yarattığı içsel duygu durumlara kendini bile adapte edememesi en büyük trajedisi insanoğlunun. Manipüle ediliyoruz belki de… Akıl olarak doğmadığım gibi sadece bir kalpten de ibaret değilim. Tanrı soydaşlarına kelimelerle cevap verirmiş. Çağdaşlarım,   bizi hangi akıl buluşturur bilmiyorum. Bu söylediklerime katılır mısınız onu da bilmiyorum. Her beden/cisim ruhundan bir davet ve veda ile serpiştirilir yeryüzüne. Hayat boyu manamız bu ikili arasında geçen entrikaları anlamak ile geçer belki de. Bu körlük içimizden bastonu kırarak yığınla çıkar. Bu baston belki de bir kelime girdabıdır belki denizi yarmak için bir âsâdır elimize tutuşturulan ya da yanmaya and içmiş özgürlük meşalesidir.