"Önce sağa dönmeli ardından sola ve sonra şu meşhur köşeden sağa. Evet bütün yol aklımda hazır ve nazır benim için gereken yürümek." diye geçirdi içinden, ilk sağdan dönerken.
Bugün bir mutluluk çiçeklenmişti içerisinde. Bu sonbaharda ancak içerisinde yeşerirdi bir çiçek zaten. Sonbahar hüzün yazardı, çiçeksizdi yani. Doğuşların değil ölüşlerinin dökülmesiydi yapraklarla. Çiçekleri açan adam yürüyordu bir gülümseme almış başını kucağına, yanaklarını çekiştirerek zoraki gülümsetiyordu adeta.
Meşhur köşeyi dönmek üzereydi ve döndü. Ardından duraksadı bir şey mi görmüş olmalıydı? Gördü de. Kafası düştü aniden kollarından gülümsemenin.
Son Bahar'ı görmüştü. Ama nasıl? O, o olamazdı, gitmişti yani ölmüştü çiçekli adamın dünyasında. Görünmemeliydi tekrar.
Sinirlendi önce köşeye, sonra sakinleşti. Yolun kenarındaki mağazada askıdaki giysileri karıştıran Son Bahar'a baktı. Yanına mı gitmeliydi? Bilmiyordu. Bunu mu istiyordu? Hem saçı artık pek yoktu ve biraz üstü başı tozluydu, Son Bahar'ın onu böyle görmesini istemezdi. Düşünmemeliydi yanına gitmeliydi...
"Ama ya evliyse. Aman be!" diye geçirdi içinden ve yürüdü yanına.
Önce biraz başını eğip yüzüne baktı o mu diye. Oydu. Çok zaman geçmedi, Son Bahar onu fark etti ve kafasını askıya çevirdi. Seçtiği giysiyi koydu aldığı yere. Daha sonra yüzünü döndü, bir selamla baktı gözlerine, içindeki çiçekleri solan adamın.
Adam buzdu, kadın buz. Konuşmak için ağzını açtı adam ama kelimelerin dökülesi yoktu. Kadın "Kahve içelim." dedi. Adam bu sese rağmen "Olur." dedi. Kelimelerin nerden düştüğünü veya nasıl düştüğünü bilmiyordu. Acaba sadece dudakları mı oynamıştı veya içinden mi geçiriyordu bilemedi. Tekrar söyledi "Olur." dedi. Bu defa kendisi söylemişti, emindi.
Yürüdüler, meşhur köşenin bitiminde kalan kafeye. Küçük, az masalı ve bol hikayeli kafeye oturdular. Adam bir kahve ısmarladı. "Hiç değişmemişsin." dedi. Afalladı kadın. Beklemiyordu böylesine bir sözü. "Sen de." dedi, hazırda bekleyen birkaç kelimenin içerisinden seçerek.
Adamın konuşmaya niyeti yok gibiydi. Suskun bir dalgınlıkla dalmıştı Son Bahar'ın gözlerine. Kadın duramadı "Nasıl gidiyor?" dedi. Adam, dalışının bozulmasına kırılmışçasına, kısık bir sesle "Gidiyor zaman gibi, acımasızca yaşatıyor kendini hayat." dedi. Kadın adamın şairane sözlerini o kadar yıl sonra duyunca gülümsedi içinden. "Hâlâ böyle şairane kalman hayret verici, büyüdükçe şiiri azalır insanın, sen hala sen kalmışsın." dedi. Adam "Ben, ben kalmak zorundaydım, isteyerek olmadı, sadece böyle yaşamayı biliyordum." dedi. Kadın kaşlarını kaldırdı, gözleri yaşattıklarından mı bilinmez kafasının yerine yere düşmüştü, onları kaldırmalıydı. Kafası düşemezdi, gururluydu hep ve korumuştu gururunu. "Vay be!" dedi yüzüne bakarak ve ekledi kadın "Çok zaman oldu çok sular aktı ve sen, sen kalmayı becerebilmişsin gerçekten, hiç değişmediğimi söyleyerek sen de değişmediğini belli ettin güzel yalandı, tebrik ederim.". Adam, kadının ikilettiğini fark etti ama bozmadı. Değiştiğini biliyordu çok zaman öncesinin çok yakın zamanında fark etmişti. "Sana değil, onu kendime söylemiştim. Öylesine boş ve yıllanmış bir umutla." dedi.
Kadın başka yudum alamadı kahvesinden. Kalktı masadan, adam oturuyordu hâlâ. Kadın ayakta, bir şey söylemeye hazırlanırcasına birkaç saniye bekledi. Ama söylemedi, kapıya döndü. Tam olarak sayamadım ama birkaç adım sonra tuttu kolundan buruk adam. Eline buruş buruş bir kağıt tutuşturdu. Kadın kağıdı açtı ve okumaya koyuldu. Bir süre öyle durdu. Sanırım tekrar tekrar okuyordu. Çünkü uzun bir yazı değildi.
Bu sırada adam büyük adımlarla arkasına bakmadan sessizce çıktı kafeden ve geldiği köşeden geri döndü.