Köstence, diyar ve kızıl elma. Üç yasaklı babayiğit denk geldi galiba? Sorunun ne olduğu aşikâr. Kim kovuldu bu diyardan? Ben olamam! Hayır, benim bu böbürlenmiş diyardan elmayı yiyen, benim kendime ihanet edip kovulmak isteyen. Oysa bendim kuyuya düşen ama acıyı hissetmiş olamam. Deryasına kapılıp güzelliğinden vazgeçen de bendim. Peki, nasıl olur can bulmamış bir vücutta bunları yaşamam? Aslında ne bendim Yusuf'un acısını hisseden ne de sendin Züleyha'nın güzelliğinden bihaber olan! Zihnime saplanan şarapnel parçaları rol oynadı binlerce çocuğun ölümünde. Cezayirli tüccarın siyasetine karışmıştı bugün ceketim. Siyasal islama göre yaşamıyorsanız, ölür yada öldürülürsünüz nağmeleri yankılanıyordu sol cebimde. Sahi ne için yaşanıldı ki? Sessiz Köstence sahillerinde kör teknelerin yeşil gözlü oltalarına yakalandım bugün. Oysaki derhal terk etmeliyim buraları. Hem kaç elma uğruna ruhunu satar ki insan? İki elma; ya da üç... Kaç yalan uğruna kuyuya düşer ki bir insan? Kaç deryaya güzellik bağışlanırdı ki? Sabahın evhamlı saatlerinde nazen güneşin kızları toplanmışken oysa; kaç beden toplayabilirdik ki bu amansız ormanda? Hangi deryada olduğumuz bilinmezlik içindeyken üstümüzdeki ceketin bize ait olmadığı belli! Kaç ceket kurtarır bizi bu cehennemden? İki ceket; ya da üç... Sürrealist olmanın neyi kötü olabilirdi ki bu kadar iyi görünmeye gerek duyan insanlar varken. Sevginin nesi kötü olabilirdi ki her sevgisizliğin pusulasında sevgiyi de gösteren bir yan varken.