Nefretini, kinini yarım saat daha tut da iyi dinle çocuk. Al önce, bu kutu sana ananın yadigarı. Her şeyi dinledikten sonra, ben gidince açar bakarsın. Kara şeytan da seni bekliyor orada. Sen gelene kadar kimseyi sokmadı eve mendebur. Aynı onlara baktığı gibi bakıyor sana da…

O gelmeden öncesi bu köy nasıldı biliyor musun çocuk? O güne dek her gün, her dakika hep aynı şeyleri yapmışız; aynı şeylerden beyinlerimiz uyuşmuş da ne olup bittiğini kaydetmeyi bırakmış sanki. Sanki birileri kapatmış da bu köyün etrafını, havasını bile dışarı salmıyormuş. Dün, bugün, şimdi… Tarihi bile bir deden bilirdi. Saat de her gün doğar batardı işte.

Bak çocuk. Yeni doğan inek de süt verir sonra et olur. Büyüğü de süt verir sonra et olur. Ne farkı var birbirinden? Aynı yem, aynı bayır, aynı çoban… Yeni doğan bebeğin ne farkı var bir öncekinden? Erkek doğarsa tarlaya, başlık parası biriktirmeye, kız doğarsa yemeğe, çamaşıra, temizliğe... Babasından düşün; kız eli iş tutmaz, yıllarca beslenir, kocasına semirtilir, başlık parası alınır, bir boğazdan kurtulunur. En öncesinde erkek doğsun diye dua eder, doğarsa şenlik eder. Serpildi mi tarlaya koşar, güçten düşene dek çalıştırır. Yıllar sonra o da kahvede yaşlanır, ölür. O yüzden köyde kime selam verip hal hatır sorsan ‘iyi şükür halimize’ der, seninkini sorar, ‘iyi şükür halimize’ dersin. Bu kadar. Bazen tekrara bile düşer bu böyle, saatlerce şükür eder eşraf haline.

Anan o zaman on yedi yaşındaydı, ben on beş… Bir gün köyde koşuşturmaca, bizim adamların ellerinde baltalar; kadınlar pencerelerde, tülbent ağza çekilmiş… Biri gelmiş köye. Hem de o nasıl geliş… Peşinde iki tane kurt, üstünden kuşlar uçar, çantasında da kapkara bir yılan... Bizimkiler ellerindeki silahları sallıyor, “Kimsin sen? Dur orada!” diye bağırıyorlardı. Ahali ikiye bölünmüş; bir taraf şeytan bu öldürelim diyor, bir taraf ermiş bu besmele çekin diyor ancak her iki taraf da korkudan zangır zangır titriyordu. Bu kavga böyle sürüp gitti bir yandan. Ermişçiler silah bıraktı, şeytancılar daha da ürktüler savaşan; savaşacak baş azaldığından... Her zaman olduğu gibi dıştan gelen sıkıntı hem içeridekileri birlik etti hem de birbirine düşürdü. Sonunda birkaç cengaver sevdiklerinin evleri önüne baktılar, penceredeki sevdalarının işveli ve gururlu bakışlarını, tülbentten aralanan çatlak dudaklarını görüp atladılar öne… Belki kendileri bile farkında değillerdi ama bilirim ben o gençlerin babaları; yüzlerinde sinsi bir gülümseme, akıllarında; en kötü ihtimalle şehadete koşan çocuklarının bu delikanlılığı köyün kendi arasındaki problemi çözecek, kaç nesil cesaretleri dillere dolanacak. İyi ihtimalle birlik sağlanacak, gençler kahraman olacak, başlık parası da cebe kalacak.

Ben buraları pek görmedim aslında çocuk. O anan olacak deli, yine kızmış dedene, yemiş sopayı, inadından, kininden gözü bir şey görmüyor, kaçmış gitmiş dışarı. Ben de evin içinde onu arıyorum. Neyse ki dışarıdaki olay büyük diye bizimkiler fark etmemişti; yoksa anan bir araba daha sopa yerdi.

Sonra bizim cengaverler yarı yolda kalmış, kurtlara, kuşlara yanaştıkça. Adam da anlamış olacak ki oturmuş olduğu yere. Hayvanlar da etrafına. Hani ben zararsızım dercesine…. Korku çocuk. En başta anlattım ya nasıldı köy diye; düşünsene bir anda Süleyman peygamber gibi geliyor adamın biri, saç, sakal uzun… Ne yapacağını şaşırmış herkes. O sırada ananın çığlığı duyuldu. Bizim Karakusan fırlamış dışarı, dört nala kaçıyordu. Sen hatırlamazsın Karakusanı. Anan gibi deliydi o da. Kimse zapt edemezdi. Deden kaç kere uğraştı satmaya, namı duyulmuş ya bir kere, korkudan alan olmadı. At zincirle bağlanır mı hiç? Deden iki zincirle başka yerlere bağlardı onu. Sonradan öğrendik deli anan binip kaçacakmış üstüne, çözmüş bir tane zinciri, at da koparmış diğerini, sonra ver yansın… Ananın da kolu yaralanmış tabii o ara.

Deden bütün cennete, cehenneme bir anda döndü arkasını, ne evliya kaldı ve şeytan, koşturmaya başladı Karakusanın peşinden. E dünya malı dünyada demişler, dedenin de hiç ölmeye niyeti yoktu.

Karakusan kurdun üstüne, adama doğru koşturdu çocuk. Dünyada görülmemiştir bir atın bir kurda yanaştığı. Hele Karakusanın, bir insana yanaştığı dahi görülmemiştir. Uzatmış adama kafasını, sevdirmiş bir güzel kendini, adamı kaldırmış ayağa, düşmüş önüne, getirmiş köyün içine. Bütün savaş bir anda bitmiş, Musa peygamberin denizi gibi yarılmış bizimkiler adam geçerken. Kimileri şükürler dizmiş ardından, kurtulduk demişler, kimileri arkalara kaçmış, kıyamet geldi demişler. Bense Karakusanın sesinden sonrasında izledim her şeyi. Adamın gelişini izledim; önünde Karakusan, omzunda kuşlar… Kurt biraz arkada durmuş. Korktuğundan değil, korkutmamak için…

At, dedenin önüne geldi durdu. Adam ne yaptıysa Karakusana, hayvan dut yemiş bülbüle dönmüştü. Utanmasa sarılacaktı dedene; o kadar kırbaçtan sopadan sonra... Deden atı iteledi, dikildi adamın karşısına. Tir tir titriyor ey gidi Koca Hüsnü… Ama yiğitliğe de bok sürdürmez tabii, köyün ağası sonuçta. Sordu adama, bu nasıl iştir diye. “Ardında hayvanlar, rüyanda görsen korkarsın, bizim at dört nala geldi kucağına, ne yaptıysan, üstüne bir de kuzuya döndü.” Sadece gülümsedi adam.

Atı sakince okşadı. Tam o sırada anan bağıra çağıra göründü köşeden. Küfür kıyamet… Acısından bağırdığı anlaşılmasın diye etrafa bağırıyordu aslında. Ah o deli anan… Herkes döndü baktı tabii oraya. Adam da baktı. Adam kalakaldı öyle çocuk. Ne gülümsemesi kaldı yüzünde ne takati bacaklarında…. Anan da kalakaldı öylece. Ağzındaki küfürler, kolundaki acı yok oluverdi. Bir anda sessizliğe büründü. O güne dek erkek gördü mü tüfeğine sarılan deli kız, orada tutuldu işte babana. Babanın ağzından bir tek isim çıktı, kendinden başka bir anan duydu bir de ben: “Pelin” Onun da kim olduğunu yıllar sonra anan dışında bir tek ben bildim. İşte o günden sonra çocuk, bizim köyde hiçbir şey eskisi gibi olmadı.

Baban köyün hemen dışına, ormanın kenarındaki kayalıklara bir baraka yaptı kendine. İleriki zamanlarda da köylü ne de yapsa ikna edemediler köye yerleşsin diye. Hep orada kaldı. Karakusan uysallaştı ya hani, ananla kavga dövüş de olsa gitti sattı deden onu fırsat bilip. Ama Karakusan durur mu? İki seferinde de kaçmış adamların ahırından, soluğu babanın yanında almış. E deden çaresiz vazgeçti artık satma sevdasından. Hazır uysalken tarlaya koştu. Namussuz, üç atın yapacağı işi yapıyordu. Deden mutluluktan havalara uçuyordu tabii. Hem sadece at da değil. Ne kadar inek, kuzu var hepsi baban köye girince deliye dönüyorlardı. Süt vermeyenler süt verir oldu o dokununca. Bir doğuran iki doğurur oldu. Hasta olanlar iyileşir oldu. Bir tek anan hasta oldu çocuk. Baban ne zaman köye inse her şeyi bırakır, karşısına koşardı. Deden çılgına döndü bunları fark edince. Bir yandan biricik kızının halleri; yakışmaz ağaya, diğer yandan bütün hayvanları büyü yapar gibi iyi eden baban; köye bereket geldi. Başkası olsa elli kere çeker vururdu deden onu ama hayvanlardan gıkını çıkaramıyor, her gün biraz daha yiyip bitiriyordu kendini. Baban da önce taş oluyordu ananı görünce. İkisi de duvar gibi kalıyorlardı gözlerini bile kırpmadan karşı karşıya. Sonra baban bir anda kaçarcasına gidiyordu inine. Hep derdim anana; sen de hayvansın ya yabani karı, ondan çekildin bu adama diğer hayvanlar gibi diye. Az dayak yemedim anandan bu çenemden, hasedimden.

Gel zaman git zaman deli anan “Bu adam bizim hayvanlarımızı iyi ediyor onun sayesinde bereket geldi köye yabani miyiz biz?” bahaneleriyle ne zaman fırsatını bulsa bir tas yemek, birkaç paçavra, artık eline ne geçirmişse o seferine, koşar babanın barakasına giderdi. Başlarda suratı bir karış asık, küfür kıyamet dönerdi elindeki tasları fırlata fırlata. Belli ki yanaştırmıyordu baban o zamanlar onu yanına. Sonraları yavaş yavaş alıştılar birbirlerine. O deli anan o zaman gülmeye başladı ilk kez. Hele son zamanlar babanın kurtlar, kuşlar ananın peşine takılır oldu. Bir keresinde o koca yılanla geldi köye, aklı gitti herkesin. Köyün bir tarafı sizin kız da evliya olmuş diye kapımıza dayandı helallik almaya diğer tarafı da ağanın kızı çarpılmış diye iyice kafayı yedi. O yılanla geldiği gün var ya ananın. Anan o gün kadın olmuş çocuk.

Ben de o fesatlığımdan az yazılmadım ananın peşine. Kuduruyordum kıskançlığımdan. Hani baban dese ki yürü gidiyoruz, evdekileri kıtır kıtır keser düşerdim peşine. O zamanlar gördüm işte. Anan kalem tutmayı öğrenmiş babandan. Kitap okurlardı beraber. Şarkı söylerdi anan. Ah çocuk. Bizim köyde yoktu ki öyle şeyler. Deden bile bilmezdi okuma. Ananın saçlarını okşardı baban. Kucağında yatırırdı. Gözlerine bakardı karşısına koyup. Bizim köyde yoktu ki öyle şeyler çocuk. Hangi adam bakmış da karısının, çocuğunun gözüne, dokunmuş saçına.

Bir tan vakti anan, boynuna dolamış kara yılanı, peşinde iki kurt. O kadar mahluk etrafında, kimse de yanaşamıyor yanına. Yığıldı çeşmenin başına tek bir feryat. O günden gayrı daha da ananın sesi çıkmadı çocuk.

Hayalet gibi girdi eve. Bir kutu aldı çeyizinden. Süslemeli böyle, kocaman bir demir kutu. Bayılırdım ona. Usul usul gitti barakanın oraya doğru. Ben ananı ilk kez öyle gördüm çocuk, yazıldım peşine. Babanın koynundan bir mektup çıkardı. Bir de etraftaki ıvır zıvırlar. Koydu kutuya, bıraktı bir kenara. Yattı yanına babanın. Bütün köyün hayvanları, bütün ormanınkiler, kurtlar, kuşlar, atlar, yılanlar ağlıyorlardı bağıra çağıra. Hüseyin dedenin oğlu var ya sen hatırlamazsın, o gün intihar etti işte. Kıyamet kopuyor zannedip vurdu kendini tüfekle. Kimse yanaşamadı yanlarına çocuk. Anan kalkıp kendi gelene kadar kimse yanaşamadı.

O gün o kara şeytan sokmuş babanı. Çocuğu gibi, kendinden gibi olan kara yılan, sen ananın rahmine düştüğün gün sokmuş babanı. Sonra da anana sarılmış. Daha da onu bırakmadı zaten. Köyün tepesindeki meşe ağacının altına gömdüler babanı. Anan her gün gitti, saatlerce babanla konuştu. Yağmur, çamur, kar, kış demeden... Babanın bütün arkadaşları, anan doluştular mezarının başına, ağacın dallarına… Her gün be çocuk, yıllarca…

Sen doğacağın sıra deden, vurur ananı diye bekliyorduk biz. Evlenmeden çocuk doğurmak... Bizim köyde… Ya ananı ya kendini vurması lazımdı. Deden ilk kez bir insanın saçını okşadı o zamanlar. Ananı bastı bağrına. “Benim torunum o” dedi, “İşte o kadar!” Ey gidi… Üç sene önce deseler Koca Hüsnü Ağa böyle yapacak, götüyle gülerdi millet çocuk.

Doğdun sonra. Kapkara gözlerinle. Köyün bir kısmı “Peygamberin gözü siyah olur bir tek, evliyanın çocuğu bu, Allah gönderdi, kurtulduk!” diye şükre düşerken diğer bir kısmı da “Ecinni bu kadın. O kadar hayvan peşinde, evlenmeden çocuk yaptı, şeytanın çocuğu bu, mahvolduk!” diye dolandılar.

Sen doğduktan sonra da her gün, hep beraber babana gittiniz çocuk. Baban büyüttü seni desek yeridir hani…

Ah çocuk... Bir gün… Bir kız geldi köye arabasıyla. Üstünde şehirli kıyafeti. Belli, okumuş, görmüş kız. Anan yaşlarındaydı. Köyde kimi bulsa çevirdi, sorular sordu. En sonunda anladık ki babanı arıyormuş. Anan çıktı haberi alınca, onun gelişini bekliyormuş gibi... Çocuk... O kız ananın aynıydı biliyor musun? Sanki ikiz kardeşlerdi de kader onları ayırmıştı. Sanki aynı anadan çıkmışlardı. İkisi de taş oldu karşılıklı. Seni benim yanıma postaladı anan. Onlar içeri geçtiler. Sonra babanın yanına... İki gün boyunca ikisi de hiç kıpırdamadan orada oturdu, konuştu durdu.

İşte bütün hikayeyi oradan sonra öğrendim çocuk. Bu kız Pelin’miş. Hani babanın ananı gördüğünde söylediği. Şehirliymiş baban, üniversiteliymiş. Pelin de nişanlısıymış. Dillere destan aşk yaşamışlar. Biz de gördük ya, eline değen her canlı dillere destan oluyor babanın… Doğuştan bir armağanmış bu. Kalbi olan her şeyle konuşurmuş. Hangisine elini değse iyi edermiş, hemen arkadaş olurmuş. İnsan sevmezmiş hiç; te çocukluğundan beri. Hep hayvanları olmuş. Sonra Pelin bırakmış babanı öylece. Baban da bırakmış her şeyi, kimseye bir şey demeden yola koyulmuş. Bütün aile, arkadaşlar helak olmuşlar. Senelerce aramış Pelin onu. Gel zaman, git zaman burada bulmuş.

O yüzdenmiş baban dona kalırmış ananı görünce. O yüzden yanaştırmamış yanına. O yüzden bu zamana dek başka bir yerde konaklamamışken yıllarca, bu köyde kalmış. Anana da her şeyi anlatmış en başından. Sonra anana tutulmuş işte. Anan da tekrar hayat vermiş ona. Sesi olmuş. Gülüşü olmuş. İnancı olmuş. Sonra sen olmuşsun. Sen tohum olunca da anlamış baban. Yılanı da anlamış. Yatmış babanın koynuna, boynundan ısırmış. Bir damla yaş süzülmüş kara şeytanın gözünden derler. Yılan hiç ağlar mı çocuk? Canını öldürüp yaşayacaksa ağlar belki de, ne bileyim işte, öyle derler…

O gün Pelin seni de alıp gitti işte çocuk. Sen bu köyden gözleri açık çıkan ilk insansın; köy kendini bildi bileli. Anan, çocukluğundan beri nefret etti bu köyden. Babanın geldiği zamana dek kaçma planları yapar dururdu. Ama lanetli bu köy çocuk; biri canlı çıkacaksa onun yerine birinin kalması lazımmış. Baban o yüzden ölmüş. Ananın da tek dileği “Ben kaçamadım yavrum kaçsın” olmuş. O yüzden ne babanın ölümüne ses edebilmiş ne de seni Pelin’e verirken sesi çıkmış.

Pelin de anlamış ananı görünce. Babanı terk ettikten sonra ona bir söz vermiş zamanında: “Bir gün gelip seni bulacağım ve geri getireceğim, her şeye baştan başlayacağız diye.” İkisi de birbirini anlamışlar. Baban da bilmiş onu alıp götürmeyecek, Pelin de bilmiş geri götüreceği baban olmayacak. Ölmeden önce baban demiş anana bunları hep. Anan da sarılmış babana. Baban da okşamış ananın saçını.

Sen şimdi kızıyorsun ya anana seni terk etti diye. Kızıyorsun ya babana, kimdir nedir bilmedim diye. Aha çocuk. Anan da baban da yan yana o tepedeki meşe ağacının altında sarılırlar. Kurtlar yanlarına yatar, ısıtır onları. Yılanlar kucaklarında yumurtlar. Şahinler hep gözler yukarıdan, bir şey olmasın diye. Keçiler etraflarındaki otları yer, çiçeklere dokunmazlar, güzel gözüksün diye. İşte çocuk. Sen bugün entarinle burada koca bekleme diye onlar orada beklerler mahşere dek. Şimdi sen kızıyorsun ya anana seni terk etti diye. Babanın tek yadigarını elleriyle gönderdi bir daha görmemeye; kolay mı? Anan üç kere öldü çocuk. Biri baban ölünce. İkincisi sen gidince. Üçüncüsü…

Dur bakalım hele çocuk. Bana bak bir hele! Senin tohumun var içinde. Sen gebesin çocuk. Anan bildi yenisi geliyor, yer açtı köyünde, yer açtı yüreğinde, zamanı geldiğinde o da gidebilsin diye… Haydi artık al kutunu, kara şeytanını git buradan. Burada yerin yok çocuk senin. Ananın vasiyeti, aha canım pahasına daha da sokmam bu köyden seni içeri.