Mutfaktaki ahşap sandalyeye oturdu. Bacaklarını hizalayarak ahşaptan yemek masasının altına denk getirdi. Gerekli pozisyonu aldıktan sonra sandalyesini ileri doğru çekerek masaya daha da yaklaştı. Masa üzerinde duran elma tabağını, kendine uzak olduğunu düşünüp, önüne doğru çekti. Tabak içerisindeki elma kabuklarını eliyle karıştırmaya başladı. Bu sırada mutfakta birtakım işler yapmakla meşgul olan karısı, geldiğini anlayınca arkasına bile dönüp bakmadan anlatmaya başladı.


“Kendisini çok güzel zannediyor. Allah var şimdi, yalan olmasın çirkin bir kadın değil. Konuşması da gayet hoş. Kelimeleri iyi seçer. Resimleri de oldukça iyi. Çocukluktan gelen bir yetenek. Allah vergisi tabii. Tamam, kabul. Bunların hepsine kabul ne diyeyim yani, ama insanın böyle kendini beğenmiş olması, tüm güzel yanlarını geride bırakıyor. Sence de öyle değil mi?” Adam kafasını, karıştırdığı elma tabağından hiç kaldırmadan “Haklısın.” dedi.


Kadın bir su bardağını, çeşmenin altında eli ile çalkalayarak yıkar gibi yaptı ve bulaşık makinesine koydu. Sonra konuşmasına devam etti. “Geçen sefer ne giyindiğini gördün mü? Ay, böyle insanlara gerçekten çok üzülüyorum. Barlara da gidiyormuş. Tamam ben bir şey içmiyorum, diyor ama aman ne bileyim. O zaman niye gidiyorsun ama değil mi? Hem öyle ortamlarda böyle bir kadının ne işi var Allah aşkına? Gerçekten anlayamıyorum.”


Adam karısının uzun cümlelerini dinlemeye devam ederken elma tabağının içindeki meyve bıçağını eline aldı ve masa üzerindeki çatlaklara birikmiş yemek artıklarını kazımaya başladı. Karısı devam etti.


“Hayır, babası görse kim bilir ne derdi. Yazık, güzelliğine de yazık. Kapalı bir kadının bir barda olması gerçekten de abes bir şey değil mi ya? Bu sadece bana saçma geliyor olamaz değil mi? Anlayamıyorum, gerçekten bazı insanları anlayamıyorum. Şimdi gidip kendisine desem ki “Bak İrem’ciğim insanlar böyle şeyleri yadırgar. Seni anlamazlar bak desem. Bir yığın laf işiteceğim. Yok efendim, insanların ne düşündüğü çok da umurumda değiller, yok efendim ben belli kalıplara göre yaşamak zorunda değilimler... Aman işte, dinle de dinle.”


Karısı konuşmaya devam ederken adam terlemeye başladı. Gözlerini masa üzerindeki bir çukura sabitledi. Belli belirsiz hayalleri aklından öylesine geçirirken çukurdaki artıkları neredeyse tamamen temizlemişti. Belki de bıçak artık masayı zedelemeye, hatta oymaya başlamıştı. Kafasını hafifçe kaldırdı. Arkası kendisine dönük bir şekilde birtakım işlerin peşinde olan ve sürekli konuşamaya devam eden karısının beline dikti gözlerini.

“Evet.” diyerek karısının konuşmasını geçiştirdikten sonra karısının belinde olan gözlerini yavaşça kalçalarına doğru indirdi. Bir müddet kalçada takılı kalan gözler, daha sonra karısını ayaklarına kadar süzdü ve tekrar masa üzerinde oyulmakta olan çukura geri döndü.


“Bir de bir şey söyleyeceğim sana. Hani, evin sağında solunda bulduğumuz şu küçük kurtçuklar var ya bak kızacaksın biliyorum ama önce bir dinle olur mu? Annem dedi ki, bir hoca varmış. Hoca anneme demiş ki birisi senin kızına muska yazdırmış demiş. Evinde huzur verdirmezler ona demiş. Biliyorum bak. Bunlar böcek evet ama tüm evi ilaçlatmadık mı? Niye hiç azalma olmadı? Ben ölmüş olanını bile görmedim. Yatağımıza kadar dadandılar artık. Hem komşulara da sordum. Hiç kimsenin evinde yoklar. Neden sadece bizim evdeler? Ben diyorum ki annemin dediğini bir denesek mi?"


“Neyi?” dedi adam. Masayı oymaya devam ediyordu.

“Hocayı.”

“Hocayı mı?”

“Bak, kızma sakın. Hayır dersen bir şey demem. Ama denesek ne olur ki?”


Adam karşılık vermedi. Oyma işine ara vermiş, bıçakla küçük yansıma oyunları yapıyordu. O sırada geldiğinden beri üzerinde konuşulan İrem’i düşündü. Onun siyah başörtüsünü her zaman estetik bulmuştu. Ayrıca karısının dediği gibiydi, gerçekten de güzel bir kadındı. Onun burnu ve dudaklarını hayal etti. İkisi arasında nasıl da bir uyum vardı. Üst dudağı hafifçe kalkıktı, şükür ki öyleydi. Ne kadar da güzeldi. Terlemesi arttı. Midesinin üzerinde bir hareketlilik hissetti. Gözle de görülebilecek hareketlilikleri eli ile okşadıktan sonra gözlerini tekrar karısının kalçasına dikti.


Aklından yıldırım hızı ile geçen fikirler, midesi üzerindeki hareketlenmeye gıda oluyormuş gibiydi. İrem’in siyah başörtüsü, karısının kalçası, İrem’in uyumlu burnu, karısının kalçasına estetik bir şekilde bağlanmış bacakları. Midesi üzerindeki hareketlilik öylesine şiddetlenmişti ki sanki içinden bir şey dışarı çıkmaya çalışıyordu. Biraz acı duymaya başladı ama onu fikir gıdası ile beslemeye devam etti. Kazağını sıyırıp karnına baktı. Göğüs kemiklerinin tam ortasında ve bittikleri noktada, muhtemelen midenin biraz üzerinde, yumruk kadar bir şey yükselip iniyordu. Sanki bir şey içeriden dışarı çıkabilmek için gerilip gerilip karnın ön duvarına vuruyordu.


Yansıma oyunları yaptığı bıçağı, hareketlenme olan yerin tam üzerine getirdi. Kesmek için bir hamle yaptı ancak canı o kadar çok yanmıştı ki avazı çıktığı kadar bağırdı. Bu sırada karısı konuşmasını kesmiş, arkasına dönmüş kendisine doğru bakıyordu. Karısı ile göz göze geldiği anda, bıçağı iki eli ile tutup gövdesinden en uzak noktaya götürdü. Bir an gözünü kapattı ve hareketlenmenin olduğu midenin üzerine sapladı.


Küçücük bir delik açılması ile adamın gövdesinde açılan deliği parçalayarak genişleten bir insan kolu kalınlığında, yaklaşık yarım metre uzunluğunda, kafası kahverengi ve bir karınca kafası kadar küçük olan, gövdesi sanki patlamak üzere doluymuş izlenimi uyandıran şişkinlikte ve bembeyaz olan, garip dev bir karıncanın fırlaması bir oldu. Adam acıdan masanın üzerine yığıldı. Karısı adamın durumuna aldırmadan şeytani bir gülümseme ile masadaki garip karıncaya yaklaştı. Elini uzattı. İçerisinde akışkan bir şey varmış gibi hareketli duran tombul gövdeye dokunmak istedi. O esnada, karıncanın kıçındaki küçücük delikten sürekli akmakta olan gövde içeriğini gördü. Mustarip olduğu kurtçukları görünce şeytani gülümseme, yüzdeki bir hayal kırıklığı ifadesine dönüştü. Elini iğrenir gibi aniden çekti. Sonra bir an düşünecekmiş gibi oldu ancak dayanamadı. Yere yıkılıverdi.


Son.