Gecenin bir körü oldu, gözüme uyku girmiyor. Ne olacak ne bitecek, onu nasıl hallederim, bunu nasıl başarırım, sınav kaygısı, geçim sıkıntısı, depresanlar, hastalık derken derken yedim bitirdim kendimi. Yirmi dört yıllık hayatımda hep onu sonra düşüneyim bunu sonra halledeyim derken artık zurnanın zart dediği yere geldim. Hayat mücadelesi ne bitmek bilmez bir dert. Ben aksiyon almadıkça hayat benim yerime kararlar alıyor beni sürüklüyor da sürüklüyor. Alışmışım her şeyi ucundan tutmaya, biraz tadını alıp bırakmaya. Artık alarm veriyorum. Bırak ucunu iyice yapış, tuttuğunu kopart diyor içimdeki ses. Ne de güzel konuşuyor. Ama rüzgar beni önüne katıp yol boyu hırpalaya hırpalaya savuruyor. Karamsarlığın dibini sıyırırken bir yandan da verdiğim-vermeye çalıştığım- kararların 'nasıl olur'unu sorgulamadan edemiyorum. Yaşayıp görmekten başka çare yok. Her şeyi hesapla, artısını eksisini koy önüne düşün taşın, ille de bir yerden patlak veriyor insan. Çünkü ben plan yaparken hayat da bildiğini okuyor. İki arada bir deredeyim şimdi. Aynaya bakıyorum, gözlerimde bin yıllık bir yorgunluk görüyorum. Saçlarım birbirine girmiş. Gözaltlarım morarmış. Solmuşum. Duyguların en kötülerinden birini hissediyorum. Kendime acıyorum. Senden önemli mi diyorum aynaya. Aynadaki cevap veriyor senden önemli değil de sen ne kadar önemlisin? Ben ne kadar önemliyim? Benim dertlerim benim acılarım ve anılarım, beni ben yapan herkes ve her şey ne kadar önemli bilemiyorum artık. İnsan derdin en büyüğü kendinde sanıyor. Yine de kendine toz kondurmak istemiyor. Hep çok şanslı olduğuma inansam da şimdilerde görüyorum ki hayattan nasibimi alma vaktim gelmiş görünüyor. Hadi bakalım Gizem bugüne kadar seni ben idare ettim şimdi kalk kendine çeki düzen ver diyor hayat sanki kendi dilinde. Küçük Gizem yok artık. Annemin kendi derdi kendine yetiyor, arkadaşlarım kendi mücadelesinde yeterince yoruluyor, terapi koltukları artık bünyeye işlemiyor. Kendi başının çaresine kendin bak bakalım. Yap şovunu, göster kendini, vur kır parçala tırnaklarını çıkart yoksa savrulup gideceksin diyor içimdeki ses ise.

Susmuyor durmuyor acıtıyor kırıyor döküyor ille de sözünü kulaklarımda çınlatıyor. Ben gecenin ikisinde her şey sessiz ve sakinken içten içe mini bir kavgaya tanık oluyorum derinlerde bir yerde. Kendimin hayatla olan kavgası çok gürültü yapıyor. Annemle babamın kavgasına hiç benzemiyor bu. Daha içerde daha yaralayıcı daha incitici konuşuyor. Yarış atı spikeri gibi beni coşturmaya, ayağa kaldırmaya çalışıyor. Bunu yaparken içten içe bana sinirleniyor çünkü beni tanıyor, biliyor. Her şeye rağmen vazgeçmiyor. Hayatın ve içimdeki sesin kopardığı yaygara kulaklarımı sağır ediyor. Siren sesleri geliyor, yanık tekerlek kokusu geliyor, kırmızılar maviler yanıp sönüyor beynimde. Anlatamıyorum yeterince. Beynimde olup bitenleri tasvir etmeye kelimelerim bile yetmiyor şimdilerde. Pek darda, pek araftayım. Zaman döngüsel akıyor. Günler birbirini taklit ediyor. Döngüden çıkmaya, çarkı parçalmaya ihtiyacım var. Neye ne kadar ihtiyacım olduğunu bilmek en azından bir nebze içimi rahatlatıyor. Freni patlamış kamyon gibi toslaya toslaya ilerlediğim yolumda kim bilir beni neler bekliyor.