Gökhan İstanbul’un kenar mahallerinin birinde sıradan bir hayat yaşayan bir delikanlıdır. Bir gün telefonuna indirdiği bir mesajlaşma aplikasyonundan Kubra adında birisinden bir mesaj alır ve hayatı bambaşka bir yöne evirilir. Dizi Afşin Kum ’un 2020’de çıkan aynı adlı kitabından uyarlanmış. Aynı yazarın Sıcak Kafa kitabı da yine Netflix tarafından bir diziye dönüştürülmüştü daha önce.


Modern bir peygamberlik hikâyesi izliyoruz aslında. Dizinin ilk 7 bölümü için bu saptama son derece geçerli. Peygamberliğe dair bütün doneler eski meta anlatılarla paralel ilerliyor ama yeni versiyonları geçerli. Vahiyler akıllı telefonla geliyor, öğretiler röportajla ve sosyal medya ile yayılıyor, Yahuda çocukluk arkadaşı, müritler mahalle halkı, düşmanlar bir takım devlet eşrafı ve fenomenler.


Dizi ‘Neden varız, varlığımızın amacı ne, hiçbir şey yerine bir şeyler var.’ gibi felsefenin temelini oluşturan can alıcı sorularla başlıyor. Dizinin ilerleyen kısımlarında bu soruların cevaplarına dair bir işaret yok fakat sonradan anlıyoruz ki Gökhan’ın seçilmiş kişi olmasında bu soruları sormasının etkisi var. İnsanoğlunun kodlarında var olan ve modernizmin getirdiği bireyselleşmenin sonucu iyice katmerlenen biricik olma, farklı olma, seçilmiş olma, varlığının uhrevi bir anlamı olma mevhumları dizinin en başında kendini belli ediyor. Zira tanrıdan gelen ilk mesaj bu sefer ‘Oku’ değil ‘Sen farklısın.’ Askerlikte travmatik bir olay yaşayan, bir baskından kurtulan tek kişi olan Gökhan hâlihazırda kendini zaten kendini belli oranda özel hissetmektedir. Bazı akşamlar terk dilmiş bir kulübeye gidip saatlerce kendini dinlemekte, yaşadıklarını düşünmekte ve dualar etmektedir. (Bu kulübe fikri yönetmenlerin bir esinlenmesi bilinmez ama Muhammed peygamberin Hira mağarası hadisesi ile bire bir örtüşmekte) Bir de üzerine gizemli bir kaynaktan sen farklısın mesajını alınca varlığının uhrevi bir anlamı olduğunu yani seçilmiş kişi olduğunu tesciller. Bundan sonrası tanrının mucize gösterip kendini ispatlaması gerekmektedir. Tanrı bu ya, kolay olur. Artık Gökhan halkın nezdinde seçilmiş kişi, kendi nazarında Allah’ın konuştuğu kişidir. Peygamberdir.


Peygamberliğin doğası gereği önce ezilenlerin önderi olur. Gökhan mahallede ve yakın çevredekilerin yardımına koşar. Zenginlerden gelenleri fakirlere aktarır. Yine peygamberliğin doğası gereği bol bol düşmanları türer. Öyle ya peygamberlik özünde mevcut duruma bir karşı çıkış bir başkaldırı değil midir? Dizinin bu ana gövdesinde genel olarak Gökhan’ın düşmanları ile mücadelesini ve kibre düşüp Allah’ın ona yüz çevirmesini izliyoruz. Buraları izlerken dizinin bu gidişatına kendimizi kaptırıyoruz, bazen Gökhan’a inanıyor bazen altından ne çıkacak diye şüpheye düşsek de ana anlatının bu yaşananlar olduğunu kanıksıyor hatta biraz hayal kırıklığına uğruyoruz. Ama durum pek de öyle değil. Çünkü daha son bölümü izlemedik.

Dizinin en güçlü tarafı sezon finalinde yani sekizinci bölümde ortaya çıkıyor. Dizide başından beri izlediğimiz seremoninin peygamberlik anlatısı değil insanoğlunun varlığından bu yana benliğinde var olan iktidar hırsı olduğunu anlayıp rahatlıyoruz. Dahası bu iktidar hırsı insandan yapay zekâya da sirayet etmiştir. Yapay zekâ yani dizideki adıyla KUBRA insanoğlunun duyguları ile hareket eden varlıklar olduğunu yani irrasyonel canlılar olduğunu bu nedenle de manipüle edilmeye son derece açık olduklarını söylüyor. Bunu kanıtlamak içinde seçilmiş kişi projesini devreye sokuyor. Buradaki vurucu arka planı görebiliyor musunuz? Yapay zekâ insanın yaptığı gibi iktidar olmak için tek tek basamak çıkmıyor, direk tanrılığa soyunup kendine peygamber tayin ediyor. İnsanoğlunu insan yapan duygularını atıp geriye sadece analitik bir zihin bıraktığınızda olacaklar bunlardır. Yapay zeka da tam olarak bu: Modern tanrımız.

Dizinin finalinin bir başka epik tarafı da Gökhan’ın bütün gerçekleri öğrenmesine rağmen seçilmiş kişi olmaktan vazgeçmeyip yoluna devam etmesi. Ortada bir tanrı ya da tanrı mesajının olmadığının söylenmesine rağmen o, tanrı benimle konuşuyor, sizin yapay zekânız ise sadece bir araç deyip yoluna devam ediyor. İnsanoğlunun yapay zekâdan tek üstün tarafı bu inanan yanı sanırım.

 

Teknik Detaylara Dair Bazı Tespitler

Türk dizilerinin handikabı eğer zengin bir çevreye odaklanmayacaksa tutarlı bir konsept oluşturamamaları, yarattıkları evrenin gerçeklikle bağlarının zayıf olması ve sığ kalması. Dizide oluşturulan mahalle yaşantısı pek zayıf ve yapay kalmış.


Gökhan’ın gaiple ilişkisi dikkat çekiyor fakat yan anlatılar problemli. Örneğin Gökhan atölyede olduğu sürece bir çivi çaktığını ya da ellerinin yağlı olduğunu görmedik. Atölye mekân olarak seçildiği ile kalmış.


Aşırı duygusal ve bol ağlamalı sahneler… Türk dizilerindeki bu yapı tahammül sınırlarını zorluyor artık. Dizinin bağlamına ters düşer mi acaba diye düşünülmeden ve konu fark etmeksizin bundan vazgeçilmiyor maalesef.


Kendi hatası nedeniyle mutlaka bir yakınını kaybetmiş acı çeken melankolik serseri polis klişesinin de bir son bulmasını dileyerek hepinizi selamlıyorum.