Zaman çok acayip.

20 sene evveline çıplak gözle bakarken aynı gözler ıslanmadan çeviremiyorsun başını başka tarafa. Kafama keşkeler hücum ediyor eş zamanlı, keşke diyorum. Keşke 20 sene evvelime kocaman sarılabilsem, elinden tutup ona yaşamaması gerektiği anları unutturabilsem. Ah bi' yapabilsem. 20 sene evvelim bana kocaman sarılabilse, elimden tutup demir salıncağın önüne götürse. Sıramızı beklerken demir salıncakçı abinin çarkı çevirmesini izleyebilsek. Turuncu kaplı şirinler dergisini okusam ona, böylece kimseye "Okur musun?" diye ısrar etmek zorunda kalmasak. Minik elleriyle yanaklarımı sıksa anaokulunda doğum gününü kutlarlarken duygulanıp ağladığını, sonra da çok utandığını anlatsa.


Ayten teyzenin tırtıl kurabiyelerini yerken "Çay istemiyorum, kola içmek istiyorum." desek. Arka bahçedeki kaldırıma çay döktüğümüz için ölen karıncadan Allah'ın bize hesap soracağının idrakına varacak yaşta olmadığımızı apartman yöneticisi Gül teyzeye anlatsak tane tane. En sevdiğimiz yemeğin pirinç pilavı-yoğurt olmasını kabullendirsek annemize.


Ah çocukluk. Çocukluğum. Kıvırcık saçlı, çok konuşan, cengaver ve şımarık yanım.

Lafını esirgemeyen, asla sindirilemeyen, korkmayan, korkmaktan korkmayan tarafım. Düşüp dizlerini yaralasa bile canı acımayan ama bütün bahar beklediği, bahçedeki şeftali ağacından ona ayrılan ve gerçekten onun hakkı olan tek bir şeftali için gözyaşı döken kızım. Durmadan renk renk akşam sefası sulamak isteyen, hanımelinin balına ayrı kokusuna ayrı kafayı takan, sitenin bahçesindeki kara kediyi eve soktuğu için annesinden azar üstüne azar yiyen bücürüm. Beni korur musun? Seni çok özledim...