Tüm şehrin sessizliğe gömüldüğü, ışıkların ise hayatta kalmak için çabaladığı saatlerdi gerçeklerin farkına vardığında. Soğuk sonbahar havasının açık camdan vurduğu oda, telefona gelen mesajın bildirimiyle aydınlanmıştı. Yanında yatan genç adamda bir kıpırdama görmeyince zaten yarı uykuda olan kadın, uyanıp gelen mesaja baktı. "Sevgilim yardımın lazım." Bu da kimdi? Mesaj 'L'den geliyordu. Adam onu aldatıyor olabilir miydi? Bu alçaklığı yapacağını tahmin edemeyecek kadar tanımamış mıydı onu? 

Kadın tüm gece boyunca uyanık kaldı, kafası sorularla doluydu içini yiyip bitiren. Bu çıkmazdan nasıl kurtulacağını düşünüp durdu, ona açık açık sormalı mıydı? Eğer tahmin ettiği şey gerçekse bunu sineye nasıl çekecekti ki, bu ihanete ses çıkarmayacak mıydı yani? O böyle biri değildi. Bu işi kökünden halletmeliyim, diye düşündü kadın. Halledecekti elbette ama nasıl? 

Hatayı örtbas etmek için yapılan genel jestlerden birini yapıyordu adam günler sonra. Kahvaltı ve bir buket kara gül mü? Kadının şüphesini arttıran bu şey fazla klişeydi. Şüpheli bir telefon konuşmasının ardından evi terk etmek onun peşine düşmesi için gayet yeterli bir sebepti. Buna bir son vermesi gerektiğini biliyordu, bu durumu çözmeliydi yoksa kendi gururunu çiğnemiş olacaktı. Üstüne geçirdiği kahverengi uzun ceket ve güneş gözlükleriyle evden çıktı. Adamın, ona göre bir hain, vişne çürüğü kamyonete binmesini izledi bir köşeden ve hemen bir taksi çevirdi. Adam dikkat nedir bilmeksizin delice bir süratle arabayı sürüyordu, kadın fark edilmeden nasıl takip edeceği konusunda endişe duymamıştı bile.

Genç adam bir hastanenin önüne gelişi güzel park ederken kadın da taksiden inip onun peşinden gitti. Koşar adım hastanenin danışma bölümüne ulaştı adam, sekretere bir isim söyledi karşılığındaysa bir numara aldı. Birkaç adım gerisindeki eşini fark etmeden danışmadan aldığı numaraya ulaştı. Kapıyı çalmaya gerek duymadan içeri daldı, kadın biraz bekledikten sonra onun girdiği odaya yöneldi. Odanın içi koridordaki cam sayesinde görünüyordu genç adamın kollarında bir bebek, onu izleyen sarışın bir kadın ve yaşlı bir çift vardı. Kadın hızlıca görünmeden oradan ayrıldı.

Sinirli bir şekilde hızlı hızlı hastane koridorlarını arşınlıyordu. Bir sandalyeye oturup başını ellerinin arasına alarak düşünmeye başladı, bir şeylerin olacağından emindi, ne yazık ki beklediği bu kadarı değildi. Hıçkırarak ağladı bir süre. Durdu, normal davranmaya başlamıştı. Sandalyeden ayrılıp koridorda ilerlemeye başladı, şimdi de kahkaha atıyordu. Çıkışa yaklaşmışken ani bir sinirle arkasını döndü ve koşmaya başladı, o sinirle nereden bulduğu bilinmez, bir neşterle az önce izlediği odaya daldı. Herkes nefesini tutmuştu, kadın neşterle adamın üzerine yürüyordu. Yavaş yavaş ve sakin adımlarla, o an ne kadar sakin olabilirse. Adam kucağındaki bebeğini sarışın kadının kucağına verdi ve arkasındaki metal dolaba çarpana kadar geri geri yürüdü. "Sakin olmalısın." dedi adam, kadın histerik bir kahkahanın ardından "Sakin mi? Bana sakin olmamı mı söylüyorsun?" dedi sinirle. Odadaki yaşlı adam ayaklanıp kadını durdurmaya çalıştı. "Sakın yaklaşma! Hepinizi deşerim burada." ardından adam dehşet içinde sandalyesine geri döndü. Genç adam yalvarışlarına devam ediyordu. Kadının dinlemeye niyeti yoktu, konuşma günüydü bugün. "Bana bunu yapmaya nasıl cesaret edersin? Hem de bir bebek?" Bir hışımla arkasına dönüp yaşlı adamla kadına odadan çıkmaları için eliyle hareketler yaptı. Hala sandalyesinde oturan kadının üstüne yürüdü. "Sen laftan anlamaz mısın bunak kadın!" Korkuyla odadan çıkan yaşlıların ardından kapıyı kilitledi. Polisler gelene kadar bir dakikası vardı. "Bu işi hızlı halledeceğim," ardından üstüne yürüdü ve elindeki neşteri et parçasına saplamaya başladı, onun gözünde bir insan değildi artık yalnızca bir et parçasıydı. Odayı çığlıklar doldurmuştu. "Sakin ol sevgilim, yalnızca küçük bir kesik." Kadın ne yaptığını bilmiyordu tek yaptığı şey neşteri içeri dışarı ve yukarı aşağı hareket ettirmekti. Yer adeta kan gölüne döndüğünde adam son nefeslerini veriyordu. Kadın odanın kapısı kırılıp polisler tarafından götürülene kadar içinden şu şarkıyı mırıldandı: "Bıçağını sırtımda taşıdım, ipini boynumda, damarlarımdaki zehri hissedebiliyorum. Bunu sana yüzlerce kez söyledim, bu sonuncusuydu. Ve eğer ben sana sahip olamazsam kimse olamaz."