Yıllar önceydi. Bilemiyorum şimdi, belki otuz belki biraz daha fazla. Bu benim hikayem değil. Tek bir cümleden kurduğum bir dünyanın içinde var olmuş küçük bir kız çocuğunun hikayesi.

Ben yetişkin haliyle tanıştım. Çok yaralayıcı ve hoyrat olabileceğini bildiğim, ama içinde o naif küçük kız çocuğunun varlığından da emin olduğum bir kadındı.

Gerçi onun hakkında da çok şey bildiğim söylenemez. Kendi hayatıma dair kurduğum hikayelerim oluyor benim. Kendimle ilgili çoğu zaman. Bazı zamanlardaysa hayatımın içinde var olan birkaç kişininde dahil olduğu hikayeler. Kalabalık olmadım hiçbir zaman. Kalabalık beni hep ürkütmüştür. Onların gerçek hikayeleri, korkuları, beklentileri, hüzünleri, umutları, umutsuzlukları daha da sayamayacağım onlarca içsellikleri ve tabiki benim hikayemde ki var olma halleri.

Kalabalık değilim belki ama bir kaç kişinin her koşulda beklentisiz yanında olmak gibi bir dürtüm var. Bu da bir çok hayattan, sosyallikten daha da kalabalık yapıyor sanki.

Varlığını hissettiren her şeyde bir hüzün vardı.

Birileri varsa hayatımda aile, arkadaş, ya da aşk. Hakkını vermek gerekiyor diye düşünmüşümdür.

Belki karakterimle ilgili belki de sadece okuduğum kitaplarda ki hikayelerin kahramanlarına gerçekten inanmış olmamla ilgiliydi.

Yetişkin haliyle tanıştığım kadının hayatımda ki yerini uzun denebilecek bir zamanın içinde düşündüm ve hissettim hatta. Hayatımda ki varlığının kimi zaman bir karanlık içinde kalmama sebep vermesi dışında, gördüğüm ona her bakışımda biraz daha derinine inme isteği uyandırmasıydı.

Kimi zaman ışık, ama böyle herhangi bir ışık değil. Yarına dair bir ışık, şu anımızı bir türlü aydınlatabildiğimiz zamanlar olmuştur. Ama yarın hep karanlıktır. Üç aşağı bir yukarı bilsekte olabilecekleri, hep bir tarafımızda bir karanlık vardır. Şimdi gerçekçi olalım biraz. Pesimistleri dışında tutarak söylüyorum. Hayatı neredeyse yolunda ya da yarın kaygısı taşımayan pek çok insan yok bu hayatın hiçbir yerinde. O yüzden bu biraz daha genel bir durum. Yarınını aydınlattığını sana yaşamak isteği veren insanın hayatınızda çok ayrı bir yeri vardır. Özeldir. Belki bir arkadaşta belkide bir aşkta bulunabilecek bir şeydir. Aile tamamen bunların dışında, yine genel bir kural gibidir. Aile iyi ya da kötü yanında olurlar. Yanlarında olursun. İyilermiş kötülermiş pek düşünemezsin. Benim ailemde iyidir. Onlarda benim yaşama sebeplerimden, sanırım bu konuda şanslı insanlardanım.

İşte o kadında öyle biriydi hayatımda ki bir kaç insandan biriydi ama yarınımı aydınlatan biriydi. Ailedendi yani. İyiliğine kötülüğüne bakmazsın, incitmemek için fedakarlık yaparsın, dürüst olursun, manipülasyona uğratmazsın. Her şeyinle gerçek olursun. Yarınına aydınlatan birinin mutsuz olmasına izin vermezsin.

Bir cümle duydum birgün. Çok sıkışık bir zamandı. Duygusal, fiziksel, zihinsel olarak ve gerçek zaman olarak çok sıkışıktı.

Bir yolculuk öncesiydi. Benden mi gidiyordu? Benden gitmek için karar almak için mi gidiyordu. Şimdi bunları tam olarak bilemiyorum.

Bildiğim konuşmamız gereken binlerce şey olduğu. Paylaşmamız gereken onlarca an olduğuydu. Ama pek baş başa kalamadık. Kendimizle kalamadık.

O yüzden hiç bir detayını bilmiyorum o cümlenin. Detaylarını soracak zamanımızda olamadı.

O yüzden o cümlenin hissettirdikleri dışında bir detaya hakim değilim.

Küçük bir kız çocuğu belki de otuz yıl önce, evinin salonunda, büyükçe bir masanın önünde, bir doğum günü pastasının önünde, üzerinde on civarı mumun olduğu çikolatalı bir pastaydı sanırım.

masanın üzerinde bir kaç içecek, bir kaç tabak, bir kaç çatal vardı. Yanında annesi ve kardeşi biraz uzağında babası ve bir kaç kişi daha belki de. Vitrin vardı gemen arkalarında misafir gelince kullanılan bir kaç eşya ve biblonun olduğu. Çift kişilik 80’ ler koltuğu ve tek kişilik iki adet koltuk. Odanın köşesinde de bir televizyon bulunuyordu.

O küçük kız çocuğu belki mutsuzluğundan, belki sevgisizlikten, belki arkadaşları ya da aile tarafından göremediği ilgiden yani ilgisizlikten belki de daha da kötü sebeplerden o küçücük kız çocuğu, o minik kalbin sahibi, yüzünde gülümsemenin eksik olmaması gereken o çocuk mutsuzdu.

Pastada yanan mumlara baktı. Önce o sevimli kara gözlerini kapadı. Sonra baktı tekrar pastasına. İçinden, en derininden mumları üflemeden hemen önce bir dilek diledi. Kendi cümleleriyle “ben hep mutlu olmayı diliyorum” dedi.

Küçük bir çocuğun dilekleri kabul olmalıydı.

Bende çok şey dilerdim. İnanmazsınız dua bile ediyordum o zamanlar. Ama dileklerimin hiç biri gerçek olmadı.

O küçük kuz çocuğunun o tatlı dileği evrende yankılandı. Gökyüzüne, yıldızlara ulaştı hatta. Denizlerin dalgalarının ortasında hiç görülmemiş yerleri keşfetti.

Bir gülümseme belirdi kalbinde.

Pastasından annesinin kestiği dilimi yerken mutlu olmaya başlamıştı bile.

Benden mi gidiyordu? Beni terk etmek için sebep mi arıyordu. O an ki içselliğini bilemeyeceğim. Çünkü baş başa konuşma fırsatımız olmadı.

Bana baktı. “Ben mutsuz olmam” dedi. Olma zaten. Ben mi mutsuz edeceğim seni diyemedim. Ne düşündüğünü bilmiyorum.

Vakit dardı. Duygusal, fiziksel, ruhsal ve gerçek zamansal olarak dardı.

O küçük kız çocuğu pastasını yerken karşısına oturdum. O kadar mutluydu ki beni göremiyordu.

Ellerimle ellerine dokundum. Tuttum ellerini, ellerimle yüzüne dokundum. Gözlerine baktım. Saçlarını okşadım. Bugün gibi işte. Dileğini duydum. Bugün ve sonrasında mutlu olma dileğin devam etsin. Ama bugünden sonra o mutluluğun gerçek olduğunu sımsıkı hissettiğin günler de olsun. Mutluluk senin olsun, bende diliyorum bu dileği senin için.

Uçak biraz rötarlı havalandı. Artık benden mi gitti. Beni terk etmek için sebep aramaya mı gitti bilmiyorum.

Dediğim gibi, gerçek zamanımız dardı.

Sadece mutsuz olma değil. Gerçekten hissettiğin, gerçek hissettiğin, gerçek mutlulukların olsun.

Yıllar önce küçük bir kız çocuğu hep mutlu olmayı diledi.

O küçük kız çocuğunun dileğinden sonra hep mutlu olduğunu, yüzündeki gülümsemeden anlayabilirsiniz.