Durmandan dikiyorum, dik diyor annem ben dikiyorum. Koltuğunda uzanmış sigarası içiyor ve ben dikiyorum; ellerim nasır tutmuş, gözlerim kan çanağı.


Çocukluğumda mısır tarlasında koştuğum anılarım hücum ediyor aklıma, bana eşlik eden kuşlar ve yazın sıcak güneşi ensemi yakarken attığım kahkahalar. Hepsi geçmişte kaldı, başkalarının anıları, bir film karesi. Neden şimdi titreyen elimle dikerken bunları düşünüyorum ki. Neden. Neden birisi saçlarımı okşayıp yüzüme gülümsemiyor...


“Oyalanma,” diyor annem. Düşüncelerimi bölüp elindeki sopayla dazlak kafama vuruyor.


“Tembellik yakışmıyor sana,” diyor. Bir ömür koltukta uzanan annem bunu diyor. Tembelim diyor, arada senden bir bok olmaz diyor, fazla naifsin diyor, güçsüz ve aptal. Karşı çıkamıyorum. Haklısın anne diyorum.

Haklısın.


Sabahları dükkânı açıyorum. Gülen çiftlere imrenerek bakıyorum. Çocuğunun başını okşayan adamı kaçırmak istiyorum. Dikmek istiyorum her yerini, iğne ve iplikler. Çığlık ve sevinç görmek istiyorum. Onun yerine suratlarına gülüp verdikleri ucuz giysileri dikiyorum, onarıyorum, ütülüyorum ve yenisini yaratıp kapıdan gitmelerini izliyorum.


Akşam annemi dikiyorum.


İlk ne zaman dikmeye başladığımı bilmiyorum, hafızam kayıp o zamanlara dair; dalgaların üstünde beliren bir yayın balığının görüntüsü belirir gibi, geceleri ucuz şarabın acımsı tadını hatırlamak gibi varlığımdan sökülüp atılmış. Hatırlamıyorum. İlk iğneyi kocaman bedenine saplarken attığı çığlığı hatırlamıyorum, vücuduna tren rayı gibi gezinen ipleri, horlarken benim durmadan titreyen elimin çalıştığını hatırlamıyorum. Neden bunu yaptığımı ise hiç bilmiyorum. Sanki var olmamla annemin vücudunu dikmem aynı zaman diliminde olmuş gibi; bebekler bağını koparırken ben elimle diktim onu, dişimle sıkılaştırıp dikmeye devam ettim.


“Bu aralar çok dalıyorsun,” diyor annem.


“Bilmem,” diyorum, bilmiyorum.


“Düşünmek kötüdür,” diyor annem. “Korkularını besler, seni bir anın içinde hapsedip varlığını lekeler.”


“Haklısın,” diyorum.


“Elbette haklıyım,” diyor. Elindeki sopa kafamda iz bırakıyor. Acının yerini öfke bırakmıyor. Haklısın diyorum içimden.


Koltuğa yığılmış devasa bir yağ tulumu, nefes almakta zorlanırken altına sıçıyor, bazen omuzlarımdan destek alıp duşa götürüyorum; dikiş izleri ve iplerin kopmasından korkmasına rağmen koktuğunu biliyor. Vücudunu arındıran su acı veriyor ve ben annemi keseliyorum. Bedeninden kan akıyor. Irinler her tarafta. Kokuyor. Bedeninde yaşamak istemeyen küçük cüceler olarak düşünüyorum irinlerini, daha az iğrenç geliyor. Daha az katlanır oluyor. Keseliyorum. Çığlıklara kulağım kapalı ve ben keseliyorum.


“Neredeyse bitti,” diyor annem.


“Tamamlanmaya az kaldım,” diye fısıldıyor kendinden geçmiş bir şekilde.


O varlığını bitiriyor ben ise boşlukta var oluyorum.


Gün bitiyor. Yatağa yorgun ve aç gidiyorum. Sabah müşterilere gülüyorum akşam annemi dikiyorum. Gözlerim nemli. Bugün son gün; her yerini diktim annemin. Her detayını düşündüm ve ellerimle iğne sapladım o sivilceli ve akne dolu vücuduna. Şimdi son perde. Azıcık işim kaldı geriye. Boğazına bir iki dikiş, ellerime akan kanlar ve sonra bir yapbozun parçasının birleşmesi gibi annem tam olacak; mutluluğu benim ellerimde, ben bir azizim.


“Seni hep sevdim,” diyor annem. “Hayatım boyunca bir yanlış varlığın bütünüydün, saçlarını okşamak istemedim, gözlerine iltifat dizmek, narin ve sanatçı ellerine övgüler dizmek istemedim. İçimden gelmedi diyor. Ama seni sevdim.”


“Biliyorum,” diyorum ve kafama sopa iniyor tekrardan. Biliyorum; varlığım senle alakalı, biliyorum; gözünde seni tamamlayan bir nesne, nefes alan bir macera, geceleri yalnızlığın unutkanlığıydım senin için. Başkası için var olan obje, dik ve sus. Gülme sakın, düşünme fazla ve dik; hayat dediğin nedir ki zaten, gözler kapanıp dans bitene kadar, müzik şimdiden sonlandı. Şarkıyı söyleyen kepaze. Dans eden aptal. Sen aptal olmak istiyor musun çocuğum. Hayır anne. Ben aptal olmak istemiyorum. Aferin çocuğuma.


Ve son dokunuşu yapıyorum, her yer kırmızı, sopayı tutan el gevşiyor, nefesler, odada yankılanan nefesler susuyor. Ellerim kana bulanıyor, yüzüm ve koltuk, duvar kırmızın tonlarıyla parlıyor. Kalkıyorum. Son nefes verildi. Elimi yıkamaya lavaboya gidiyorum; aynadaki yüz, saçlarını kesen katil, gülerken kasları ağrıyan bir aptal beliriyor önümde. Bırakmamışım elimdeki iğneyi; kana bulanmış metale bakıyorum, kırmızın tonları beliriyor aynada, göremiyorum. Gözlerim açıyor, gözlerim görmüyor. Çığlık atmak istiyorum, çığlık atamıyorum ve yere yığılıyorum.


Kimsenin haberi yok, yok oluyorum. Ne annem gibi tamamlandım ne de varlığıma bir anlam kattım, yok oluyorum, nefesim kesiliyor ve ben fayansta komik görünüyorum.


Anlıyorum anne.