Grandiose — Pomme.


"Yetimlerin hepsi birbirinden farklı görünüşlere sahip olsalar da duruşları aynıdır. Onları genelde boynunu yana eğmiş hayal kurarken bulursunuz. Hayalleri ayrı olabilir ama özünde düşledikleri aynıdır: Tamamlanmış bir aile."


Katları gezerken o boynu büküklüğü hissetmiştim iliklerime kadar. Yarım kalmış çocukların yuvasıydı burası, belliydi. Çoğu tasasız gözüküyorlardı, alışmışlardı buraya. Tam da bunu düşünürken küçük bir kızın pencereden dışarıyı izleyişine denk geldim. Yağan karı izlemekteydi.


Yaşıtlarından oldukça farklı gözüken bu küçük kız çocuğunu görür görmez ayaklarım duraksadı. Gözlerim sırtında gezindi, kaç yaşındaydı? Belki yedi ya da sekiz? Konu çocuklar olunca daha öğrenmem gereken çok şey vardı. Sesim kısıldı,


"O kim?" diye sordum.


Kız aniden bize bakınca yetişkin bir hanımefendiyi rahatsız etmişçesine utandım. Uzun siyah saçlarının arasından bize bakmaya devam etti. Kaşlarını çatmamıştı ama bakışlarında çözemediğim bir hüzün vardı. Yavaş yavaş bize karşı ilgisini kaybetti ve pencereden yağan kara döndü.


"Adı Alinta." diye fısıldadı. "Fakat adını ne zaman duysa ağlamaya başlıyor, bundan dolayı sizinle konuşurken temkinli davranıyorum."

"Niçin ağlıyor?"

"Bilmiyoruz. Ancak lütfen ismini söylemeyin. Aşırı tepki veriyor, çığlık çığlığa ağlıyor."


Kafamla onayladım, fakat hâlâ küçük kızın hikâyesini merak ediyordum. Görevli kadın küçük kızla aramdaki kapıyı kapattı ve yavaşça konuşmaya başladı.


"Alinta, ailesini yangında kaybetmiş. Yangının nasıl çıktığı bilinmiyor fakat polisler annesinden şüphelendiler."


"Annesi psikolojik tedavi görüyormuş, babası ise yıllar önce bir maden kazasında hayatını kaybetmiş. Travmatik olaylar birbirini kovalayınca Alinta da etkilenmiş tabii. Adını duyunca tepkisi çok şiddetli oluyor, çenesi kasılana kadar ağlıyor."


"Psikiyatristimiz Alinta ile yakından ilgileniyor, bu nedenle onu bazı şeyleri aşana kadar evlatlık vermekte kararsızız."


Ben ise bir an bile düşünmeden, "Onu evlat edinmek istiyorum." dedim.


Bu lafımın üzerine hiçbir şey demeden küçük kızı hazırladıklarında insanlardan daha da soğudum. Küçük kızın psikoterapi masraflarından kurtulmak için beni bir kurtuluş olarak görmüşlerdi. Ertesi gün onu almaya gelecektim.


Onunla ikinci kez görüştük, küçük kıza bana söylendiği gibi adıyla asla hitap etmedim. Ancak yaramaz çocuklardan biri ona "Alinta," diye bağırıp saçını çekmiş ben gelmeden önce. Bu yüzden yatağında atak sonrası yorgunluğu bedeninden atmaya çalışıyordu.


"Neden?" diye fısıldadım.


O ise dediğimi anlamışçasına sırtını bana dönüp gözyaşı akıtmaya devam etti.


"Çünkü ateş demek."


Alinta isminin ateş demek olduğunu bana söylediğinde şaşırmıştım. Bir yabancıya açılmaz sanıyordum. Öte yandan bir ışık daha yandı zihnimde.


Ailesini yangında kaybeden bir çocuğun adının ateş manasına gelmesi trajikti. Sanırım onu da etkileyen buydu.


"Alina." diye mırıldandım, aradaki T harfini atarak. "Kar tanesi demekmiş."


O gün bana ilk defa gerçek olup olmadığımı sorgulamak istercesine baktı. Ve ben de daha önce hiç kar görmemiş bir adam gibi karşımda duran küçük kızı hayranlıkla izledim. Sorunu çözmüştük.


Benimle eve geldiği ilk günler ocağı açmamdan korkuyordu. Ben de ateş çıkaran her şeyden uzaklaştım bir süreliğine. Sigaramın çakmağından bile irkilecek kadar ürkekti. Kar tanelerini seviyordu, donan gölde kayan insanları izlemeyi, kardan melek yapmayı...


Alina, eşsizdi. Gökten yağan her kar tanesi ve yetim her çocuk gibi.