Yüzüyordum. İnanılır şey değil ama aç bir balık gibi yüzüyordum. Dibe doğru diklemesine gidiyordum. Asla sonu gelmeyen bir su vardı. Dokununca gıdıklayan ve kendi güzellikleriyle gurur duyarcasına salınan mercanları geçmiştim ki az ileriye parlak bir şey düştü. O an ürperdim. Benim bu suda ne işim vardı? Art arda parlak cisimler düşmeye devam etti. Yukarı doğru yüzmeye başladım. Nasıl yüzebildiğimi bilmiyordum. Hiçbir zaman öğrenememiştim ama şu an mümkündü işte. Birden bir tahta parçasına tutunup suyun yüzeyine çıktım ve her şeyi hatırladım. Geminin nasıl battığını, yanımda oturan yaşlı adamın korkudan nasıl ağladığını, bu gemiye nasıl da aptalca hevesli bir şekilde bindiğimi ve geri kalan her şeyi. Her şey geride kalmış ve değiştirilemeyecek duruma gelmişken elimden gelen tek şeyi yaptım. Yüzümü bulutlu gökyüzüne çevirdim ve suyun üzerine kendimi bıraktım. Yağmur damlaları gözlerimi acıtsa da en azından bir şey hissetmemi sağladığı için minnettardım. Sol gözüme vuran zayıf güneş ışığı bedenimi olmasa da zihnimi, ruhumu ısıtıyordu.

 Birden doğruldum. Pencereden içeri sızan güneşe bakıyordum. Pencere? O an rüya görüp uyandığımı anladım. Etrafa bakındım. Yerde anahtarlar vardı. Odadaki tek eşya üzerinde uyuduğum sandalyeydi ve karşımdaki pencere ancak bir kedinin girip çıkabileceği kadardı. Umutsuzca o denizde ölmeyi diledim. Dışarıda veya burada beni bekleyen şeyler hiç de uğruna savaşılacak şeyler değildi. Yarına kadar parasını ödemezsem atılacağım bu oda da onlardan biriydi. Sandalyeden kalkıp anahtarları aldım. Kapıyı açıp dışarı çıktım ve kendime gidecek bir yer düşünmeye başladım. Cebimdeki ortadan katlanmış sigara paketinde kalan son iki sigaramdan birini aldım. Kırıldığı yerden tütünleri ufalayarak döküp sigarayı ters çevirip filtreye geri soktum. Şu sigarayı bile çabalamadan içemiyordum. Boş şeylere boş yere verilen emeklerden bir kez daha bıkıp önümden geçen kadından bir çakmak istedim. Cebinden çıkartıp verdi ve geri almayı beklemeden yürüyüp gitti. Evet, karşılıksızca sevgi olmasa da en azından bir çakmak edinmiştim. Çakmağın üzerinde sarı palmiyeler vardı ve bana Bali'yi hatırlattı. Bali'yi hiç görmesem de hatta Bali'de palmiye olup olmadığını bilmesem de orayı düşledim. Zaten genellikle yaptığım şey buydu. Var olan ne varsa sıkılıp sadece deneyimlemediğim, iyi olabileceğini düşündüğüm şeyleri düşlemek.

 Bu hayatta bir halt değildim. Bu kadar umutsuz ve can sıkıcı bir insan olup da hala yaşıyor olma ikiyüzlülüğüm beni utandırıyordu. Rüyamda bile yaşamayı değil ölmeyi seçip onu da becerememiştim zaten.

 Her neyse, bir yerlere gitmem gerekiyordu. Kaldırımda amaçsızca durup düşünmeyi bıraktım ve yola bir adım attım. Sıcacık hissettim çünkü kamyonun biri üzerimden geçti. Yavaşça ölürken birden kolumda yumuşak bir şey hissettim.

 Gözlerimi açtım ve karşımda kızıştığı için kendini koluma sürten kedimi gördüm. Yine kendimi yok ettiğim bir sürü rüyadan uyanmıştım. Yataktan kalkıp salona geçtim. Yaşamakla ne alıp veremediğim vardı bilmiyordum ama bana keyif vermediği ortadaydı. Yapabileceğim tek şeyi yapıp elime bir kağıt bir de kalem aldım. Yazmaya başladım.