yaşadım ve yaşamım

bir kavgadır

şiir mi nesir mi olduğu meçhul

yaşadım ve yazgım

küf gibi, küfür gibi, ıslık gibi, ok gibi

unufak umutlarla

hıncahınç yalnızlıklarla

doldurdukça doldurdu hikâyemi

oysaki adım ne nevzat’tır ne de evgenia

ben bir şarap kadehi değildim tatavla’da

*

ne kadar zafer kalmışsa geriye

hazret-i fâtih’ten

bu yenilgiler biriktiren kentte

kalmadı çölünde gövdemin

inan o kadar bile

dinleriz zannettiklerimden

isrâfil’in resitalini berâberce

*

zaman aldı hayli

öğrenmem şu -çok lâzım şeyleri-

elbet oldu benim de

sandığım çağlar

her sırra erdiğimi

hiçbir halttan habersiz

aldandığım yıllar asırlar

sarındığım üst üste

kustuğu hadsizliği cehâletimin

*

yitirmişliklerim

hiç açılıp okunmayan

bir kan kızıl külliyat gibi

durur raflarında

ölüm soluyan ruhumun

ne vardır hâriciye nezâreti gibi

onursuz bir tarafsızlığımız

ne de her gecemizi

başka göğüslerde harcamışız

biz kavgası bitmiş

dün yeri göğü parçaladığımız

kimi davâmızdan

sonsuzluğun sonuna dek delikanlıca

vazgeçebilmiş adamlarız

ondandır büyür ıssız

büyür ruhumuzda

bir kara büyüdür karanlığımız

*

lâkin diyemem yine de yenildim

çünkü savaşmadım hayatla

onun parlattığı çer çöp uğruna

karargâh kurduğu bir dağ başına ecelin

asil, korkusuz, Türk adımlarla

uçar adım yürüyen

sarkık bıyıklı bir öğretmen

nasıl sâdıksa vatana

en az o inançla

gerekirse tepinerek üstünde yüreğimin

sâdık kaldım sınırlarıma

çiğnemedim kurallarımı aslâ

güreşmek istemedim domuzla

bulanmak istemedim çirkefe çamura

gün olacak

çıkacağım huzuruna rabb’in

tantanasız ayaklarla

bürünerek bir kefen gibi her solukta

yüreğimi usul usul kuşatan bozkırlı kanıma

.

musâ hiram duvarcıoğlu