Onun küfesindekileri çaldılar. Yalan söylemiyorum, kuruntu yapmıyorum, gözlerimle gördüm, onlar çaldılar. Geride boğazında bir yumru kaldı, sırtındaki küfe bomboştu.


Ağzına kadar şunla bunla doluydu. Onları satıp kendine bir hayat kuracaktı. Faydasız değildi. Ama burada, bu köhne ve iyiliğe kıran girmiş bu yerde, ona kalan sadece hayal kırıklığıydı. Ben onu sevmiş miydim neydi, sırtında yaralar açılmıştı ve ona merhamet mi etmiştim neydi ve sanki onun için ağlamıştım, çünkü onu anlamıştım, anlamış mıydım? Çünkü o buradan arkasına bakmadan kaçarken ben içerlemiştim, beni seçmemesine kızmıştım. Nedense onun da beni anladığına inanmıştım.


Onun küfesinden düştü şunlar ve bunlar, ben peşi sıra koşuyor ve düşenleri toplamaya çalışıyordum ama o nasıl dikkatsiz ve umursamazdı. Çıldırmış gibiydi, beni iterken ve elimdekileri etrafa saçarken, gözünde kırgınlıkla tekrar bana uzanıp beni ittiği yerden çekip çıkarırken. O beni bilmiyordu. Elini ittirdim bir hınçla. Arkamı dönüp gittim, kuru yaprakları ezerek ve büzülerek. Neredeyse ağlayarak. Yine de onu gözetlemeyi bir an bile bırakmadım. Şunlar ve bunlar yere saçılıp duruyordu ve her gece onları kaybetmemesi için dua ediyordum. Onun da tıpkı benim gibi dünyevi zevklere kapılıp kendini yitirdiğini düşündüm. Onun bir dahası olduğunu düşündüm. O buraya dolu bir küfeyle gelmişti. Onun saçtıkları, benim toplayamadıklarım, onun yabancılığı benim buraya aitliğim, ikimizin de yitimi, onun küfesi benim yüklerim.


O bana hiç iyi bir his besledi mi, artık kuru bir merak.


Onun küfesini yağmaladılar, bir ağacın altında dinlenirken, aylar sonra gölgeyi bulmuşken, onun küfesini, şunlarını bunlarını, faydalı şeyleri aldılar. Hiçbir şey yapmadı ama onu da incittiler. Ayağa kalkmadı, çok uzaktaydım, düşe kalka oraya koştum. Ayağımın altında yapraklar ezildi, güneş gözlerimi yaktı, yetişemedim. Uzaktan beni gördü. Arkasına bakmadı, gitti. Bir hışımla. Buradan nefret ettiğini biliyordum. Ama keşke o çam ağacının altında biraz daha dinlenebilseydi, belki ben oraya daha yakın olurdum.


Ben olduğum yerde kendimi kaybetmiş bağırıyordum. İşte diyordum, onun küfesi buradaydı, bir tek ben mi tanıdım onu, bir tek ben mi gördüm olanları, onun mallarını aldılar, onu itip kaktılar, onun küfesini boşalttılar, onun küfesi sırtında yaralar açmıştı, onun küfesi onun şunları bunları, birkaç kişilerdi, alıp gittiler, alıp gittiler, birkaç acayip tipti, ne yapacaklar onca şeyi? Hiçbirini satamadı ki, belki bir iki tane şey, neden neden neden


Tabii üstünden vakit geçince anladım, ben de onu anlamamıştım.