eğip bükmeden zamanı

demirin soğuk yanağına

dayadım başımı

kan sıçradı hayallerimin terli yatağına

adını gizlediğim uykular

bazen tufan-ı gadir

bazı zamanlar ağzı dikili bir bahçenin

kan revan kavgası

hatırlıyorum yalın ayak yürünmüş

uzun, sessiz

kimsesiz kaldırımları

ay batarken göğsüme

dilimde ağzının eşsiz tadı

onlarca güneş doğsa bile

onlarca yıldız yüklü sırtıma

beyaz bir gelinlik ile uğurladım zamanı

içimin kül yığınları arasında

kimse kalmadı

kirpiklerinin çarpıştığı bu sonsuz kavga

ağır metallerin yangınına bulaştı

kemikleri kırıldı birkaç hatıranın

ne kadar düş varsa peşine düştüğüm

ne kadar söz, ne kadar şiir

hepsi yenik zamana

zaman zehir

ve şimdi dönüyor başım

en başında karanlığın uktesi

kursağımda bir yudum su

kesik soluğumda ayak sesi

ey çölüme mezar taşları diken

rüyalarımın cansız renklerini hasat et

toprak sığdıramaz kendine ikimizi

bir kilisede, bir cami ya da

adını bilmediğim bir karanlıkta

sırtımda taşıdığım şeytanın

yoldaşlığı, ayyaşlığı

ceplerimde tanımadığım eski bir akraba gibi

birikmiş günahları aldım yanıma

yanımda günahtan başka

kimse kalmadı

yolculuyoruz seni,

yaslar ile, zehir ile

umudun atmayan göğsüne dikili

bir yabancı diken ile

asfaltı kemiren sivri dişli fareleri

besleyen bir garip

kediler ile

uğurluyoruz işte

uzayıp giden açık yaraların sıkıcı şehrine

kapıları ardına kadar hür

tırnakları sökük bıraktık

yalanları sarıp sarmalayan

damarıma terkedilmiş umutları

kayıp eşyaların yanına bıraktık

yarılsa şimdi kalbimin taş duvarları

gözümden düşen çığ

vursa çelikten etime dişini

kim silecek pınarları

gözlerimin ardına gizli

senden başka

kimse kalmadı.