Tam üç yıl önce ayrıldığımız yerdeyim. Ali daha önce İstanbul’a gidip gelmişti. Ama ben sadece son gidişinde buradaydım. Bu sefer kavuşmak için geldim buraya, yani kavuşma umuduyla. Ayrılığımız çok ani olduğu için tam anımsayamıyorum ve açıkçası uzun zaman buralara uğramadım. İstasyon yenilenmiş, tren sayısı artmış geçen zamanda.

 

Haftalar öncesi ayırttığım biletimi gişeden aldım. Zaten haftalar önce ayırtmazsanız bilet bulmanız zor bu zamanlarda. İnsanlar iş bulmak için İstanbul’a gidiyor. Ali de giderken böyle demişti. Yarım saatten az kalmış olacak ki insanlar o sıcak ve boğucu vagonlara bindiler. Böylesi bir yere kim, neden erkenden binmek istesin ki?

 

İstanbul’a ilk adımımı attım atmasına ama attığıma o adımla kaldım. Hayatında hiç Ankara’dan ayrılmamış birisi için burası çok kalabalık bir yer. Onu nasıl bir yere terk ettiğimi idrak ettikten sonra hiç bilmediğim bir şehirde hiç bilmediğim bir yola koyuldum.  

 

Giderken bıraktığı adreste bir işyeri vardı. Büyük bir heyecanla içeriye daldım. Ali’nin orada çalıştığını ancak bugün izinli olduğunu söylediler. Yalnızca, yaşadığı ve orada çalıştığı haberini almak dahi bana yetti, sonrasını dinlemedim. Tüm günüm işyerini aramakla geçti. Evi uzaktaymış. Hava da karardı. Hiçbir yolunu bilmediğim bir kentte gece gece dolaşmak benim için büyük bir tehlike, işyerine yakın bir otelde geçireceğim geceyi.

 

Bütün bir geceyi heyecandan tavanı izleyerek geçirdiğim için uykuya dalmam saat sabahın dördünü buldu. Ve maalesef uyanmam öğlen oldu. Ali’nin işten çıkmasına çok az bir zaman kalmıştı kanımca. Üstümü değiştirip, ağzıma bir lokma bir şey atmadan çıktım otelden. Daha önce hiçbir şey için bu kadar acele ettiğimi hatırlamıyorum.

 

Ali’nin işten çıkışına yetiştim. Evet, onu tam üç yıl sonra gördüm. Çok değişmişti ya da hareketlerinden bana öyle geliyordu. Yanına yaklaşmaktan çekindim ve takip ettim. İlerideki restorana gittiğini anlayınca içime bir su serpildi. Tam masaya oturduğunda karşısına çıkacaktım ve üç yıl sonra beraber yemek yiyecektik, aklımdaki buydu.

 

Ali restorana girdi. Ben de saçımı son kez toplayıp restoranın kapısına kadar geldim. Gördüğüm şey yine içime su serpti, kaynar bir suydu bu. Ruhumun derinliklerine kadar inen, geçtiği her yeri kurutan kaynar bir su. Ali, muhtemelen yeni eşine sarılıyordu zira bir kız kardeşi yoktu. Bu yalnızca sarılma bir yalnızca yeni bir eşle olurdu, bizim ilk sarışmamız gibi.

 

Sanki doğup büyüdüğüm Ankara’da gibi yürüyordum yolları. Tren istasyonunu günde iki kez uğradığım bir yermiş gibi buldum. En kötüsü de bu yolları bir daha asla unutamayacak olmam. Dönüş biletini almak basitti. Trenin kalkmasına daha bir saat kadar var ama ben çoktan yerimi aldım. Bu sefer yalnızım sanırım, vagonda kimseyi göremedim.