Kocaman bir yarık vardı yüreğimde. Oraya gizliden gizleye ölü bir yıldız sıkıştırdım. Parlamaz gürlemezdi. Gölgesi kendindendi; soğuk bir kış sabahı gibi öksürür aksardı.

Fazla sigara içerdi belki. Hırıltılıydı rüyaları. Dans etmekten üşengeç, ayakları çarpık, gülüşünde bir alınganlık kokardı.

Aldırmazdım. Ben erkektim ve öyle olmakla yazgılıydı kaderim.

Çocukluğumu şeytana sattım bir bilye uğruna. Bana sert bakışlar verdi boynuzlu ihtiyar, derin gözüken içi boş sessizlikler ve ayların gölgesine sinmiş yalnızlıklar. Ses etmedim.

Adımlarımın altında otlar geberdi. Kimsecikler bilmezdi. Suçluydum, birazda yabancı kokardım. Sessizliğime ve utangaçlığıma verirlerdi.

Bende yıldız aldım tanrıdan. Beleşti. Ölü zaten bu dedi. Yaratmak sıkıcıymış, bir peygamberin kibriyle uğraşacak enerjisi yokmuş.

Al ve git. Ölüler dehlizinde sahile vurdu o yıldız. Senindir.

Onu aldığımda ölüden farksızdı; sahili döven kozmik renklerin cümbüşünde üşüyor olmalıydı. Aldım ve koynuma koydum. Ses etmedi.

Hiç bir şeye ses etmeyen biriydi. Öyleydi, anlardım.

Sanki hiç büyümemiş bir çocuğun naifliği vardı acılarında, ben de ise yok olan çocukluğun cesetti kokardı.

Bana sabretmeden kaçar gider dedim o yüreğimde geceledi. Biraz horlardı. Ses etmezdim.

Çocukluğumu sattığım vakitte pencereden dışarı baktığımı hatırlıyorum. Alacalı bir kuş, sevişen kediler ve kahverengi topraktan kokan günahlar görürdüm. Bozuk şarkılar kulağımı tırmalardı; fayanstan yükselen tiz bir uğultu, kıyafetlerin hışırtısından gelen bir şey vardı, rahatsız edici bir şey. Hayalimde kurduğum kıyafetler canavar olurdu. Kendimi tokatlar çocukluğumu deşerdim.

Şimdi ölü yıldız yüreğimde uyur durur. Bazen ona su verir sebzeli bir yemek yaparım. Ya tuzlu ya da tuzsuz olan bir yemek. O ses etmez, yer geçer.

Ben ses etmem. Çizdiğim çizimlerde bozuk bir tını duyarım. Kağıdı yırtıp atarım. Yarın işe gider bugün işten dönerim. Erkeğim ben. Geceleri boş tavanı izlerim.

Yıldızım geceleri dışarı çıkar, o da bazen. Kafasını bedenimden çıkarıp sağı solu kolaçan Eder. Ürkek kaşları kalkmış dudaklarını büzmüş şekilde adım atar soğuk odaya.

Sessizce oturup kemirir bir şeyler, hiç bakmam.

Meraklı olmayı utanmaktan utandığım zaman bıraktım. Utandığım için sonsuzluğa süren şoföre ses etmezdim. Mavi yerküre de inecek var diyemezdim. Beni evrenin sonuna götürürdü o da. Uyan, son durak, deyip Kapı dışarı ederdi.

Her şeyin bitişinde hiçlikle savrulurdum.

Bir iş sabahı zamanın yanında çıraklık yapmaya yollandım. Yıldızım benimle.

Elimde çekiç zamanı dövdüm. Kıvılcımlar saçıldı etrafa, insanlar yarattım, yaşamlarını çalıp diğerine fazladan sattım.

Bir bebek doğdu ve yaşamadan öldü. Zararlıydı. Zaman kızdı, enseme vurup sigarasını otlandı.

Vakit yaratmak zor iştir deyip ahkam kesti. Daha sert vurmalıymışım örse, akmalıymış yaşam kıvılcımlarımdan, nehir gibi dolup taşmalıymış, öyle dedi.

Sonra hepsini tekrar döverek söndürmeliymişim. Zaman budur dedi. Yaratıp sonlandıran dansöz. Kıvrımlı ve olgun. Arzu parçası. Parmakların dokunup kavradığında rüya gibi sönüp gitmeli.

Her zaman arzulanandır zaman. Olmakta olan dilektir seni bir diğer yarına hazırlayan.

Yıldızıma olan bu muydu. Ölmüş müydü içinde ki zaman?

Akşam spagetti yaptım. Yıldızım iştahla yedi. Ağzında biraz sos kalmıştı. Elinin tersiyle kemirdi. Sigaramdan otlanıp duman üfledi.

Bir bebeğin sigara içini izler gibi babama bürünecektim. Ses etmedim. Öldürdüğüm çok şey vardı, satıp hurdalığa çıkardığım. Öfke onlardan biriydi.

Ertesi sabah bir diğer çarşambaydı. Ayakkabılarımı giyip işe giderken yıldızım benden kaçıp balkona gitti. Yanına gittiğimde güneşi izlerken gördüm. Altın notlar yüzünde akıp geçiyordu. Ses etmedim.

Hiç ses etmeyeceksin sanırım dedi.

Omuz silktim.

Öyle olsun. Dedi ve sonra, bugün gelmesem olur mu? Diye ekledi.

Omuz silktim tekrardan.

Yola çıktığımda bir otobüs Odin’e çarptı. Geleceği gören bir gözü bantlı, omzumda gaklayan karga acı acı öttü.

İçimi kaplayan bir üşüme vardı. Hayır eskiden miras kalan değil. Var olmakla damgalanan boşluk hiç değil. Başka telden çalan soğuk bu. İnce kesiyor, kağıt kesiği gibi, derin ve kansız; acıdan yoksun ama acıdan bitap...

Eve gidip yıldızıma sarılmak isterken buluyorum kendimi.

Kaşlarım çatılmıyor ama öyle olmasını hayal etmek istiyorum. Hayal etmek, kurmak, içinde bulunmak sahteliğin ve olmayacak günleri arzulamak.

Arzulamak?

Ben zamanla yaşarım, onun çırağı ve uşağıyım. Sattığım ve yarattığım hayaller, yok ettiğim koca sessiz umutlar. Kum taneleri.

Şimdi kafamın içinde bir parça kum tanesi dolaşıyor.


Ne tuhaf. Oysa ben bir erkeğim.