Tekrar hoş geldin aziz okuyucu.


Eğer geçmiş bayram için tebrikleşmedi isek kusuruma bakma, bu bayram ne kimseyle tebrikleşebildim ne de bayram için gerekli hazırlıklarımı zamanına yetiştirebildim.


Evet, birbirinden bağımsız gibi görünen birkaç yazı ile Bubisanat dünyasına giriş yaptım. Bunlardan bir kısmını belki okudun, belki de bu yazı eskaza önüne düştü ve okumaya başladın. Ama hiç fark etmez, narsist kişilik bozukluğunu obsesyon ile taçlandırmış bir kontrol manyağı olarak bu yazıları bir araya getirebilecek potansiyele sahip olsam da her yazı kendi içerisinde dinamiklere sahip olduğu için ayrı ayrı okumak da fayda verecektir. Bununla birlikte, bu zamana kadar benim buhranlarımı takip edebilmiş, kâh gerilmiş kâh düşüncelere dalmış okuyucularıma da teşekkürü bir borç biliyorum. Evet aziz okuyucu, birçok mental durumdan muzdarip olabilirim ancak teşekkürü esirgeyecek kadar insanlıktan ve medeniyetten uzak değilim.


Bugün günlerden kumaşın kalitesi, kalitenin kumaşı günü başlıktan da okuduğun üzere. Bilir misin aziz okuyucu, o kadar kitap okudum ki artık kitap almak aile içinde bir sorun teşkil etmeye başladı -malum artık yer yok- ancak bazı kitapları sırf toplumsal yozlaşmadan ötürü halen okumadım ve açıkçası küstahlığım da okumama engel olabiliyor. Önce şu toplumsal yozlaşma mefhumuna bir değinelim ki yanlış anlaşılma olmasın, demek istediğim şu: Bazı kitaplar toplumun bazen büyük bir çoğunluğu tarafından okunuyor, tavsiye ediliyor, hatta okumayanlar aşağılanıyor vs ancak o kitapların yapması gereken etki hiçbir şekilde kişilerde ve doğal olarak da toplumun kendisinde meydana gelmiyor. İşte ben buna okumaktaki toplumsal yozlaşma diyorum. İşte bu minvaldeki bir yozlaşmadan ötürü “Sofi’nin Dünyası” isimli kitabı da okumadım. Sanırım kitabın ismini görünce ne demek istediğimi anlamışsındır aziz okuyucu. Çokları, “sen kimsin” diye başlayan bir kitabı okumuştur ama bunların gayet az bir kısmı gerçekten kim olduğunu keşfedebilmiştir. Ve maalesef bu azların daha da az bir kısmı benliği, kişiliği ve yaşantısı arasında net bir bilinç oluşturup kim olduğunu yaşayabilmiştir.

Bi’t-tabii ki aziz okuyucu, okumadığım bir kitap üzerinden veryansın edecek veya birilerini eleştirecek kadar hadsiz de değilim. Burada önemli olan ‘sen kimsin’ sorusu. Bu sorunun cevabı; bu cevap kapsamı içerisinde kişinin benliği, bilinci, kişiliği, yaşantısı içerisinde bir eleştirel yaklaşımda bulunmak. Gel, seninle beraber neden konusunu irdeleyelim. Neden bilmem, aklıma ilk etapta şu örnek geldi, lütfen unutma aziz okuyucu, ben hocam kadar iyi değilim ve bu sebepten satırı satırına hadiseyi nakledemiyorum da özet geçiyorum:


Yer: Anadolunun mazbut bir vilayeti

Konum: Bu mazbut vilayetteki faal kerihhane

Karakterler:

Esas Oğlan: Çiçeği burnunda bürokrat

Esas Kadın: Vilayetin ve Kerihhanenin vesikalı gülü

Figüranlar: Kerihhanenin Müdavimleri

Yardımcı Karakterler: Yabancı misyon askerleri


Evet efendim, bakmayın öyle ağdalı bir girizgah yaptığıma, sonradan devlet kademesinde önemli roller üstlenecek olan bir bürokrat; yanındaki Amerikan nato askerleri ile beraber bulundukları ildeki kerhanenin meşhur vesikalı seks işçisinin yanına giderler. Bürokratımız, Amerikalı askerlerin rahatladığından emin olacaktır; mutlu müşteri, pardon asker, onun terfi almasına vesile olacaktır; kerhane ve vesikalı seks işçimiz yüklü bir bahşiş alacaktır vs.. Yalnız bürokratımız o kadar gözü kara, o kadar temkinli ve tedbirlidir ki bu ziyaretten önce kerhaneye haber salmış; gerekli iç ve dış güzelleştirmeler, boya, badana vs yapılmıştır. Kısaca, her bir detayı ince ince düşünmüştür. Neyse efenim, gün gelir ziyaret gerçekleşir. Vesikalı gülümüz kerhanenin bekleme salonunda hali hazırdaki müşterilere (figüran) şarkı söyleyip raks etmektedir. Bu esnada içeriye bürokratımız, yanında Amerikan askerleri ile beraber giriş yapar. 


Bürokratımızın yüzünde kerhanenin iç ve dış güzelleştirmelerden memnuniyetini gösteren bir gülümseme vardır. Aynı güzellikleri vesikalı gülümüzden de beklemektedir. E ne de olsa taa Amerikalardan askerler gelmiştir ve bu vesikalı gülümüz de bundan nasibedâr olacaktır, herkese vuran bir nimet değildir ne de olsa. Ancak bürokratımızın yüzündeki gülümseme, Amerikan askerlerinin içeri girmesi ile raks ve şarkıyı kesen vesikalı gülümüzü görene kadardır.

Evet aziz okuyucu, Anadolu’nun küçük bir vilayetindeki kerhanede çalışan bir vesikalı bir orospu; Amerikan askerlerini görünce raks etmeyi ve şarkı söylemeyi, hem de daha önceden geleceklerin kimler olduğu bilinmesine ve hazırlıkları yapılmasına rağmen kesmiştir ve kendi köşesine oturmuştur. Bunu kendisine ve geleceğine hakaret olarak gören bürokratımız da tahmin edeceğin üzere bu vesikalı gülümüze oynamasını, raks etmesini, şarkı söylemesini, Amerikan askerlerini eğlendirmesini ve hatta onları tatmin etmesini bürokratlığına uygun bir dille anlatmıştır. Ve vesikalı gülümüz şu cevabı vermiştir: Bugün çalışmıyorum. Bu cevapla beraber bürokrat üstelemiş, onu ikna etmeye çalışmış, ücreti az aldığını düşünerek kadına para dahi teklif etmiştir ancak vesikalı gülümüz bugün çalışmıyorum demekten öteye gitmemiştir. Kendi karizmasını ve devlet nezdindeki geleceğini risk altında gören bürokrat, söylemindeki perdeyi değiştirme cüretini göstermiştir en sonunda ve vesikalı gülümüz şu tarihi cevabı yapıştırmıştır: Efendi, ben orospuysam bile bu halkın orospusuyum; elin orospusu değilim.


Evet aziz okuyucu, görüyorsun ve umarım neden kimi zaman vesikalı gül, kimi zaman da orospu diye bahsettiğimi de anlıyorsundur bu kadın için. Devletin bürokratı ve bir hayat kadının yaklaşımı, bakış açısı ve tepkisi nasıl da farklı olabiliyor. Bi’t-tabii aziz okuyucu, devletin tahsil görmüş bir bürokratı ile bir vesikalı işçinin yaşadıkları bu tekil olay üzerinden bir kanaate varacak değilim. Ancak o vesikalı işçinin yaşadıklarından edindiği tecrübeler, bilgisi, birikimi, benliği vs göz önüne alındığı zaman ona “Ben bu milletin orospusuyum.” dedirten bir şey var hiç şüphesiz. İşte o şey benim ilgimi çeken nokta.


Bu nokta sence de çok ilginç bir nokta değil mi aziz okuyucu? Bir insanın kumaşının kaliteli olmasına sebep olan şey nedir?