Dün gece tanrılara kurban edileceğimin haberini aldım. Ailenin üçüncü çocuğu olduğum içindi. Daha doğrusu en zayıf olanı. Vücudum yeteri kadar gelişemediği için hayatta kalamazmışım. Hâliyle zaten kıt olan gıdanın hak edenlere dağıtılması gerekiyormuş. Bunu en büyük ağabeyim söyledi. Diğerleri, söylemeye utandığından sanırım o üstlendi bu görevi. Anlayışla karşıladım. Benimle birlikte on binden fazlası daha varmış. Aralarında genç, yaşlı, çocuk ve kadınlar var. Büyük bir insan kıyımı doğrusu. Büyüdükçe bazı şeylerin farkına vardığımı sanıyordum. Yanılmışım. Dün gece insan hayatıyla ilgili yeni şeyler öğrendim. Daha önce bilmediğim bazı gerçekler. Ne de olsa hayatım sona erecekti. Birkaç şey daha bilmeden ayrılmak olmazdı. Eski kabile şefimiz bilginin ne kadar önemli olduğunu hatırlatırdı sürekli. Yalnızca savaşmak yeterli değildi. Savaşmadan kazanmanın yolu bilgiden geçiyordu onun için. Şimdi daha iyi anlıyorum. 


Toplumumuzun liderleri bilgili insanlardı. Onların yaşaması için bizim gibi zayıfların ölmesi gerekiyordu. Çünkü hem kaynaklarımız sınırlıydı hem de biz güçlenip onların sahip olduklarını ele geçirmeyelim diye bizi alaşağı ediyorlardı. İşte savaşmadan kazanmak buna benziyordu. Onların idaresini sorgulamak ve halkı buna teşvik etmek yasaktı. Bunu istemiyordu hiçbiri. Tanrılarımız da onlara yardımcı olmayı seviyordu. Ne de olsa güçlerini tanrılardan almışlardı. Ne büyük kandırmaca. Ama hakkını vermek gerek, bu oldukça etkileyici ve akıllıcaydı. Kontrol edilemeyen yığınlar oldukça tehlikeli bir silaha dönüşebilirdi. Tüm bunları son anıma kadar düşünmeye karar vermiştim. Böyle bir haberin ardından yapacaklarınız sınırlıdır çünkü. Bu yüzden sabaha kadar ayakta kalıp yaşamın gizemlerini çözmeye çalışıyordum. 


Her liderin yardımcıları olurdu. Bunlardan bazıları önemli olayları kaydeden kimselerdir. Onlara kâhin dendiğini duymuştum. Ne anlama geldiğini bilmesem de yaptıklarını anlayabiliyordum. Çeşitli boyaları kullanarak derilerin üzerine ilginç semboller çizerlerdi. Sonra lazım olduğunda bunlara bakarak kendi aralarında konuşurlardı. Özellikle savaş zamanlarında ve yiyecek dağıtımlarından sonra sık kullanılırdı bu. Acaba bizim ölümlerimiz de çizilecek miydi? Yoksa unutulup gidecek miydik? Bilmiyordum ama artık tahmin edebiliyorum. Biz tanrıların yanına gönderilecek olanlardık. Sonradan hatırlanmamıza gerek yoktu. Esasında hem önemliydik hem de önemsiz. Onlara göre bu onurlu bir görevdi. Bize göreyse acılı bir son.


Yaşadığımız yerde ölüm son derece normaldir. Foisann Tapınağında iki yüzden fazla kurban alanı var. Her yılın bu zamanlarında -yılan ayının ortalarına denk geliyordu- binlerce kişi büyük tanrılar adına kurban edilir. Hakikat arka plana bırakılırsa bu kurbanların birçok anlamı barındırdığı görülür. Bunlardan en bilineni şöyledir; ruhlarımız büyük tanrıların güçlerini yenilemesine yardımcı olur ve onlar da halkımıza yardım etmek için kötü ruhları defetmek üzere yeryüzüne gelirlerdi. Yaşlı anne bir defasında onlardan birini gördüğünü söylemişti. Neye benzediğini çok merak ederdim ama o zamanlar anlayamadığım bir şeydi. Belki kurban edildiğim zaman bizzat görebilirdim içlerinden birini. 


Ailemle vedalaştım. Pek hüzünlü görünmediler. Büyük ağabeyim hariç. O belki tüm bu gizemleri çözmüştü de ondan, çok üzülüyordu hâlime. Hak etmediğimi düşünüyordu belki. Tapınağa doğru ilerlerken yanımda o vardı şimdi. Hayli kalabalıktı ortalık. Büyük bir savaşın zafer çığlıkları yankılanıyordu sanki. Sadece ben ve abim garip buluyordu sanırım bu ilginç geleneği. Ya da herkes biliyordu gerçeği ama kimse ses etmiyordu. Öğrendiğim en büyük çaresizliklerden biri olabilir bu. Kendi kanından birilerinin yok olması karşısında elden bir şey gelmemesi, başka nasıl açıklanırdı ki? 


Tapınağın girişinde yılan ayını temsil eden şeyler var. Son yolculuğumuzda bize güç vermesi için konulmuş. Sırasıyla ölüme gidiyoruz artık. Kurban alanlarından sesler geliyor ve bir bir ayrılıyoruz bu sıcak yerden. Buraya gelirken düşünmeyi bir an olsun bırakmadım. Ne kadar çok öğrenirsem o kadar kolay bırakacaktım sanki kendimi. Daha en başında olacakları kabullenmiştim ancak şimdi bizzat karşılaşınca ölümle, yüce Hapeti ırmağının sularla dolması gibi içim de hırçın korku dalgalarıyla çalkalanıyordu. Babam ilk avımda korkuyla titrediğimi gördüğünde bana şunları söylemişti, "Kork evladım, karşında duran canlının kuvvetini görebiliyorsun. Ondan çok korkmalısın. Korku kadar olağan bir şey yoktur. Ancak korktuğunu belli etme. Karşındaki seni güçlü bilsin. Zayıfken güçlü ol, güçlüyken de zayıf. İşte o zaman anlayacaksın ne yapman gerektiğini." Bu hatırayla birlikte şimdi başka şeyleri de anladım. Hayat, korkularla veya neşelerle dolu olabilirdi. Hangisinin bize uğrayacağı şansımıza kalmıştı. Başıma gelenler malum, korkmam gerekiyordu ancak ölümle en yakın olduğum şu anlarda kafamda başka şeyler geziniyordu. 


Öte dünyaya gitmeden evvel son sözlerimi dile getirmem istendi. Esasında bir yere gitmeyecektim. Bu kanlı tapınakta çürüyecektik hepimiz. Bunu düşünürken içime doldurduğum tüm öfkeyi bıraktım bir anda. "Dinleyin bakalım aptallar! Ya da çok akıllı reislerimiz demeliyim. O kadar akıllısınız ki topraklarımızın çoğu sizler için. Hayvanlarımız sizin için. Tüm bilgiler sizin elinizde. Ölümler size dokunamaz. Adaletin erişemeyeceği yerler yalnızca sizin yüce ruhlarınızda gizleniyor. Ağacın tepesindekiler size sesleniyorum! Her şey sizin için değil mi? Canlı ve cansız olan her şey, zayıf halkımızın kudretli liderleri için. Halkımıza gelince, artık her şey apaçık görünüyor ki toplumun idarecileri için hiçbir değerimiz yoktur. Ama yine de size güvenmeye devam ederiz. Dediklerinizi yaparız. Saçma kurallarınıza ve acımasız geleneklerinize uyarız. Anlamsız yüceliğinizin bir gün sona ermeyeceğini düşünüyorsanız sandığım kadar akıllı değilsiniz demektir. Gerçi öyle ya tüm bu söylediklerimin de ne kadar anlamsız olduğu aşikâr. İşinize geldiği gibi yaşamaya devam edeceksiniz. Ne zavallıca! Yine de yaşamımın son anında tüm sahteliğinizi haykırmaktan çekinmediğim için memnunum. Tüm bu olanları öğrenecek olan sonraki çocuklar sizden iğrenerek bahsedecekler. Gaddarlıklarınızla hatırlanacaksınız. İşte tüm yaşam bilgeliğinin özü budur ölüme mahkûm ettiğiniz bu çocuğun zihninde."


Son haykırışım bu olmalı ki artık konuşmak için çok geçti. Öldüğüm vakit, hiçbir tanrıya rastlamadım ki bu oldukça gülünçtü. Aklıma sınırlı yaşamımda edindiğim bilgiler geldi ve rahatlamış bir şekilde gülümseyerek yumdum gözlerimi.