Yoldayken insan ne çok şey fark eder değil mi? Veya çok şey düşünür ve görür. Birden fazla eylem gerçekleştirilir. Yürürken eğer havanızdaysanız rüzgarın sesi, yağmurun kokusu, gökyüzünün rengi bir farklı güzel gelir insana. Ruhunuzun durumuna göre dünya size çok farklı şeyler anlatır, yaşatır. Şimdi durup düşününce duygularımıza çok izin verdiğimizi fark ediyorum hayatı yaşarken. Bu yaşamak kısmı sadece hayat telaşı peşinden koşturmaktan daha fazlası aslında. Yaşamak, gerçekten yaşamak. Nefes aldığını iliklerine kadar hissetmek. Dünyanın bizim için süregetirdiği yollardan yürürken hangimiz hissediyoruz, daha doğrusu hangimiz hissedebiliyoruz? Çok gereksiz geliyor böyle şeyleri düşünmek için işlerimizin peşinde koşarken. Oysa hepimiz bir kere de olsa hayalini kurmuşuzdur tüm bunları geride bırakıp kaçıp gitmenin. Artık betonun altında kalmışçasına eziliyoruz yaşananların. Kurtaran kimsenin gelmeyeceği düşüncesine kendimizi bırakmış ve bekliyoruz kendiliğinden sona ermesini tüm bu etrafımızda olanların. Umut, artık bizden adım değil kilometrelerce uzaklarda. Ulaşmak bir yana, ulaşmayı düşünmek bile bizim için bir lüks sanki. Hayaller artık bize daha az şey anlatır olmuş bir kere. Bundan gayrı bizi ne kurtarır ki o beton duvarın altından. Birini beklemek, kurtarılmayı beklemek de çok doğru gelmiyor artık bana. Ama sorsanız kendin çıkabilir misin diye, açıkçası buna verecek bir cevabım yok benim de. O kadar yakınmama ya da şikayet etmeme rağmen ben de saldım sanırım her şeyi. Kendiliğinden çözülsün istiyorum. Umutsuzluktan dem vurup kendim o yaranın acısını çekiyorum. Bu beni ikiyüzlü yapar mı? Belki... İnanın bunun için bile aynı kuyunun dibinde bulurum kendimi. Varsın öyle olayım. Varsın zaman gibi bu da akıp geçsin bu düşüncelerin üzerinden. Hatta benim bile.