Nuri Bilge Ceylan’ın son taşra hikayesi. Metropolde film çekmemeye ant içmiş yönetmenimizin en akıcı ve diyaloğu bol filmi diyebiliriz sanırım. Şimdiye kadar ‘‘hep taşrada geçiyo ağbi’’ eleştirisine katılmayan ve yönetmenin bu tercihini anlamlandıran bir izleyiciydim. Ama son film için aynı fikirde değilim. Çünkü NBC’nin dünyasında taşranın kullanım fonksiyonu ‘‘sıkışmışlık’’ hissini karakterlerine motivasyon olarak yüklemesiydi. Bu filmde karakterlerin ve hikayenin merkezinde ‘‘sıkışmışlık’’ olduğunu düşünmüyorum. Evet, bir ilkokul öğretmeni olan Samet karakteri görev süresi dolar dolmaz İstanbul’a gitmek isteyen bir tip. Ama bunun sebebi tam olarak bulunduğu yer değil. Tıpkı Merve Dizdar’ın canlandırdığı Nuray karakterinin, Samet’e söylediği gibi ‘‘insan gittiği yere de kendisiyle gidiyor’’. Yani asıl sorun ‘‘sıkışmışlık’’ değil, Samet’in derdi kendisiyle. Dolayısıyla bu hikaye doğuda bir şehir merkezinde de geçebilirdi. Sanırım yönetmenin kar fetişi ve doğa karelerini çekme isteği onu yine bir dağ köyüne sürüklemiş. 

Film, NBC sıralamamda ‘‘bir zamanlar Anadolu’da’’ filminin hemen ardından ikinci sırada diyebilirim. Nuri Bilge’nin tüm gerçek sanat üreticileri gibi hak ettiği değeri görmediğini düşünüyorum. Hatta kendisiyle ilgili genel geçer kanı ‘‘overrated’’ olduğu yönünde sanırım. Ama kesinlikle bir milli değer diyebiliriz kendisi için. Sadece Türkiye için değil, dünyada da örneği olmayan bir iş yapıyor çünkü. Onun sinemasının, evrenselde bile benzerinin yapıldığına inanmıyorum. Bu onu mutlak başarılı yapmaz belki ama biricik yapmaya yeter. 21. Yüzyıl romancısı gibi gerçeküstü bir metni, çok gerçekçi bir kurgu içinde aktarıyor bize.

‘‘Kuru otlar üstüne’’ üstüne konuşacak olursak, yine insanı temele alan, biraz Dostoyevski ve biraz da Nietzsche kırıntıları barındıran, sindirmesi zor bir iş. Üç saatlik uzun süresine rağmen, diğer filmlerinden çok daha rahat aktığını söyleyebilirim. Uzun, sessiz ve tek plan çekimler, yerini yine uzun ama tuğla gibi diyaloglara ve hareketli kameralara bırakmış. Bence rutinin anlamlandırılmasını en iyi başaran isimlerden birisi Nuri Bilge. Hiçbir şey olmuyor ama bir şeyler de oluyor. (Yazının devamı spoiler içerir) 

Film iki aksta ilerliyor. İlk yarıda, 12 yaşında bir kız öğrenci olan Sevim ile resim öğretmeni Samet arasındaki ne boyutta olduğunu anlayamadığımız ilişki. Hatta film, Samet hocaya ve ev arkadaşı Kenan’a yönelik taciz suçlamasıyla ilk kırılımını gerçekleştiriyor. Bence bu gerilim çok güzel işlenmiş. Yönetmen, film bittiğinde bile bize gerçeği tüm açıklığıyla göstermiyor, yorumu bize bırakıyor. Bu açık uçlu ilişkiye çok eleştiri gelmiş. Pedofiliden linç bile yemiş film. Ama bence Samet ve Sevim arasında bir cinsel tansiyon yok. Samet'in tek beklentisi beğenilmek ve onaylanmak, bir çocuk tarafından olsa bile. Hatta mektubu okumasına rağmen yine de Sevim’den duymak istiyor hislerini. Filmin ikinci aksında yer alan Nuray’la ilişkisi de tamamen bu zemine oturuyor. İlk görüşmelerinden sonra Nuray onun için bir arzu değil. Ama ne zaman Nuray, Kenan’a ilgi duymaya başlıyor, işte o zaman Nuray, Samet için bir arzu nesnesine dönüşüyor. Arzu ettiği şey Nuray değil aslında. Samet, arzulananı arzuluyor. 

Merve Dizdar’ın yemek masasındaki performansı çok etkileyiciydi. Sanırım Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülünü getiren de o oldu. Performans iyi olmasına rağmen ''Cannes'' alacak kadar mı, pek emin değilim.

Filmde en etkilendiğim sahne, yemek masası sahnesinden hemen sonra gelen yatak odası sahnesi. Bu sahnede Samet odaya geçmeden önce tuvalete girmek için kapıyı açıyor ve bam! Filmin climax anında yönetmen dördüncü duvarı kırıyor ve tuvaletin kapısı film setine açılıyor. Platonun içinde, set çalışanlarının arasında yürüyen Deniz Celiloğlu’nu görüyoruz ve set tuvaletine girip sahneye geri geliyor. İzlerken yerimden sıçradığım bir an oldu gerçekten. Özellikle bir NBC filminde hiç beklenmedik bu hareketin tamamen seyirciyi ayıltmak için konulduğuna inanıyorum. Yani yönetmen, en gergin iki sahnenin arasında karakteri filmden çıkartıyor ve seyirciye ‘‘derin nefes al, bu sadece bir film’’ diyor. Aynı şekilde Samet karakterinin de o an oradan çıkmak isteyen ruh haline mükemmel oturmuş bu tercih. 

Yalnız yemek masası ve veteriner hekim sahnelerinin politik sohbetlerini çok yüzeysel buldum. Filmin bütününde bir doğu-batı tartışması alttan alta işlenmiş. Ama bunu kişiler üzerinden değil daha çok kurumlar üzerinden kullanmış gibi. Bıçak sırtı konulara ya tam girilmeli ya da o dünyada hiç yer verilmemeli. Yani silah varsa patlamalı. Bu konu özelinde silah var ama patlamıyor. Veteriner hekim demişken bence filmin en başarılı oyunculuk performanslarından birisi, esasında yönetmen olan Yüksel Aksu’ya ait. Gerçekçiliğin suyunu çıkaran bir başarı göstermiş kendisi. Ve fakat aynı sahnelerde var olan Feyyaz karakterinin varlığını anlamlandıramadım. Olay örgüsüne bir katkısı olmamasıyla birlikte söylediği sözler de taşralı ağzına oturan sözler değildi. Filme ait olmayan tek karakter diyebilirim. 

Final gayet iyi bağlanmış. Normalde Nuri Bilge’nin açıklamaya yer vermeyen bir yapısı olmasına rağmen final sekansında Samet’in monoloğunu açıklayıcı buldum ve hikayeye hizmet ettiğini düşündüm. Çok söz söyleyen bu film, artık türüne az rastlanır cinsten seyirciyi düşünmeye sevk ediyor. Bu sözlerin mimarlarından Ebru Ceylan’ın da hakkını teslim etmek lazım.

Son olarak ‘‘kuru otlar üstüne’’ Türk sanat filmi arşivinin kült eserlerinden olmaya aday bir film diyebilirim. Yeni eserlerin üretimine ışık tutması ümidiyle... 

(Anıl Işılak)