Merdivenlerden bir bir aşağıya inerek çantasından evinin anahtarını çıkardı. Anahtarı tam yuvasına sokacakken sensörlü ışık kapanıverdi. Hep böyle oluyordu. Birkaç saniye geç kapansaydı ışıklar, anahtarı hemen yuvasına sokuverecekti. Elini havaya kaldırıp bir sağa bir sola sallayacakken ışık açıldı tekrar... Kadın telaşla anahtarı yuvasına sokup, kahverengi kapısını açıp içeriye girdi. Karanlıkta kapıyı kapatıverdi. Yalnız yaşıyordu. Bu küçük ama duygusu büyük evde... Tek kendi sorumluluğunda olan kapı kilitleme faslını, geciktirmez saat kaç olursa olsun kapıyı kilitler içeri öyle girerdi. Babasının bıkmadan, usanmadan aman kızım kapını kilitlemeyi unutma, sözü otuzunda da kulaklarındaydı. Fakat bu sefer kapısını kilitlemedi. O kadar yorgundu ki kapıyı kilitlemeye mecali yoktu. Belki de bir nedeni de yoktu. Ayakkabılarını çıkarıp bir iki adım attıktan sonra evin salonundaydı. Zaten iki odaydı evi. Salon ve yatak odasından ibaretti dünyası. 

Sokağın cılız ışıklarıyla odası aydınlanıyordu. Yavaşça ilerledi, odanın sağ tarafındaki koltuğa oturmadan önce abajurun düğmesine bastı, sarı ışık odaya yettiğince yayıldı. Hemen her zamanki yerine oturdu. Terliklerini en son oturduğu yerde bıraktığını fark etti. Mavi banyo terliklerini anlamsız bir alışkanlıkla ayağına giydi. Etrafına baktı. Odanın bir yanı aydınlık bir yanı karanlıktı. Yayılan ışıkla bir yanı çok kalabalık bir yanı ise çok yalnızdı odanın. Tıpkı kendi yaşamım gibi dedi. Bunu kendisi bile duymadı, belki yalnızca ışık duydu onu... Pencereden dışarıya bakarken buldu kendini, karşısında tahminen otuz yıllık ağaç vardı. Biraz daha öne eğilerek, tek bir yaprağın bile kıpırdamadığını görünce hava çok sıcak dedi. Ama bunu kendi bile duymadı, belki sadece ağaç duydu onu...

Çok açtı. Yiyecek olmayan mutfaktan, büyük bir savaşla yemek çıkarmaktan yorulmuştu. Aklına mutfaktaki çöp kutusu geldi. Çöp kutusundaki, beyaz poşette sadece sigara izmaritleri ve kül vardı. Günlerdir mutfaktan yemek çıkmamıştı. Tek tükettiği şeyin sigara olduğunu hatırladı. Ama hemen unutuverdi. Ara ara hatırlayacaktı.

Birden ayakta buldu kendini, banyoya gitti ışığı açmadan, yüzünü yıkadı, sular her yere sıçrıyordu, avucunu doldurduğu suyu her yüzüne çarpışında. 

Susamıştı; salona geçip turuncu sehpanın üstündeki, hep saatler öncesinden kalan, şişedeki suyu kafasına dikti. Sağına soluna bakıp tütün tabakasını aradı. Çantasında olduğunu hatırladı, çanta neredeydi? Sokak kapısının önünde olabileceğini tahmin ettikten sonra kalkmak için bir kaç saniye verdi kendine... Mavi banyo terlikleri ayaklarındaydı hâlâ. Ayaklarının terlediğini fark etti, yine de çıkarmadan en yavaş haliyle kalktı yerinden. Ayakkabısını çıkardığı yerde duruyordu elleriyle ördüğü yeşil, krem çantası... Çantayı eline aldığında çantasının krem kısmının ne kadar kirlendiğini gördü. Yıkamalı bu çantayı dedi. Ama kendisi bile duymadı, belki çanta duydu onu... Çantasının içine elini daldırıp şuursuzca içindeki tabakayı aradı. Hantal bir uğraşla ararken eline değdi soğuk metal. Çıkardı tabakayı, çantayı tekrar unutacağı herhangi bir yere bıraktı. Tekrar ilerleyip aynı yerine oturdu. Tütün kupkuru olmuştu tabakada. Bu kuru tütünü içmemeli dedi. Ama kendi bile duymadı, belki sadece tütün duydu onu... Kayıtsızca sardı tütününü, yaktı ve ölü bir nefesle ölü dudakları arasında içine çekti birkaç kez dumanı. Boğazı yandı. Yanan tütünü kül tablasında yavaşça ezip, söndürmeye çalıştı. Daha fazla devam etmeden kül tablasını turuncu sehpanın üstüne koydu. Ama tütün hâlâ yanıyordu. Dumanlar daha belirgindi sarı ışıkta. Yana yana tamamen kül olmasını izledi. Sigarası bitmişti, ne yapacaktı şimdi? Bir tane daha yakmalı dedi ama kimse duymadı onu, kendisi bile...