Emrah Safa Gürkan'ın Youtube programlarında sürekli üstünde durduğu bir nokta var. Hoca, Türk toplumu için 'biat toplumu' ifadesini sıkça kullanıyor. Katılmamak imkansız, bir de bu tanımı bir ön kabul aldığınız zaman, ortaya "Türkiye siyasi partilerinde acaba neden lider sultası vardır?" sorusunun cevabı da çıkıyor.


Sadece siyaset sahnesi mi? Memleketimizin hemen her alanına, kah bir 'kişi kült'ünün kah bir grubun egemen olduğunu söylemek için bilgin olmaya gerek var mıdır? Yoktur, elbette. Üstelik ülkemizde ticaret, kültür-sanat, akademi, siyaset vb. muhtelif sahalarda yaşadığımız bu sorunun müsebbibleri, dar bir ideolojiye sığdırılamayacağı gibi, coğrafyamızda görülen bütün siyasi görüşlerden pay alırlar. Liyakatsiz atamaların ardında siyasi yelpazenin tamamı yatar, bir kısmı değil.


Fakat ne var ki 'birileri' kendilerini kandırmaya, "onlar kara, biz ak" demeye devam edecekler, hiç şüphesiz. Cehaleti yüceltmenin, şiddeti kutsamanın, kin ve nefretin iktidar yolu olarak gösterildiği ülkemizde ne yazık ki 'aydın' olmanın anahtarı da ikiyüzlü olmaktan geçiyor.


Her alanda 'kayırma' var, 'bizim çocuk' ve 'o bizden, bu sizden' kültürü var dedik. Edebiyatta, kültür-sanat alanında da yok mu acaba? Eleştirmenizin günah olduğu, kitabınızı yayınlatmak için tanış olmanız gereken insanlar, 'kudretli' kimseler mevcut mudur edebiyat dünyamızda? (Sadece bir soru bu, kimseyi töhmet altında bırakmak değil amacım. En taze linç yiyen yazarımız Hasan Ali Toptaş'ın hakkındaki iddialara cevap verdiği röportaj, bu konu hakkında gören gözler için bir hazinedir.)


Edebiyat veya daha genel konuşursak kültür-sanat alanı nispeten daha şanslı aslında. Artık internetin ve dijital çağın getirileri sayesinde bireyin kurumlara ve o kurumlardaki güç merkezlerine karşı eli kuvvetli. Hatta bu sefer, kurumların hakları yenebilecek ölçüde bireyler daha güçlü.


Onun için kurumların kültürleri ile 21. asır insanının istekleri-talepleri her daim çatışacak, bu kaçınılmaz. Ve görünen o ki bir süre bireyler; kurumların kültürlerini yenecek, çiğneyecek, ezip geçecek, artık nasıl demek istiyorsanız öyle yapacak...


Onun için 'bilmem kaç yıllık X kurumunun kültürü' ile başlayan ve bu kültürün savunmasını yapanlar, buradan baktığınızda olmayacak bir şeyin savaşını veriyorlar.


Bir de tabii yılan kendilerini sokana kadar kılını kıpırdatmayan insanların, başlarından 'tatsız' bir hadise geçtiğinde kendi siperlerine 'asker' toplama arayışları yok mu? Ve bunu da 'hak' gibi, 'özgürlük' gibi, 'eşitlik' gibi değerlerin ardına gizlenerek yapmıyorlar mı? İnsan, çıldırmamak için kendini zor tutuyor!


Burada amacım bir 'what aboutism' örneği sunmak değil. Ya da "zamanında sustunuz, şimdi oh olsun size" demeye çalışarak ilkel duygularımı tatmin etmeye de çalışmıyorum. Yalnızca, kendini bize özgürlükçü, barışçıl, yardımsever gösteren insanların büyük çoğunluğunun da eleştirdiklerinden farklı olmadığını söylüyorum.


Bu, kurumların kültürlerinin çiğnenmesinin kötücüllüğünü yadsımak mıdır? Eh, değildir herhalde. Ancak, kurumların kültürlerinin de birey özgürlüğünü sınırlandırmamaları ve insanların varoluş kaygılarının önüne geçmemeleri şartıyla. Ki bence bu şart, bugün bir kurumun kültürü yok edilmeye çalışılıyor ve buna karşı çıkmak yahut desteklemek şeklinde iki seçenek sunuluyorsa, aklımızda bulunması gereken en önemli kurallardan biri olmalı.


Yoksa ortalık 'bizim kız bizim oğlan'cılara, 'o da bizden'cilere vs. kalır. Ki bugün, kalmamış mıdır zaten?