Kuş üstüne kuş, yahu! ne tükenmez dertlerimiz var? Kapıdan kovulan karınca deliğinden giriyor. Sevgili Zozan; dünyevi sahnelerin tozlu perdeleri olan biz sükûnet ve gaybı bilmez olduk. Tanrı'm kaç gâyb gerekli ölümümü görmem için? Kaç mahlasa ziyan olmalıyım? Hüsrana uğradık, hüsranla yıkandık, hüsran içtik. Kahvehane köşelerinde duran ayağı kırık sehpayız şimdi, ya öteye ya beriye dua edeceğiz. Ya tutmazsa hisleriyle bir kez daha var olmanın eşiğine geliyoruz Tanrı'm! Ben bu olamam dediğimiz her şeyin mahlasında yer alıyoruz. Yahu ne tükenmez dertlerimiz var! Oysa beyazlamış saç tellerinin dertlerini dinlesek binlerce gaybı öngöreceğiz. Tanrı'm kaç gayb gerekli bu celladın baltası olmam için? Belki hüsrana uğramayız bir Zerdüşt'ün boynuna değen balta olursak. Kestirme rivayetlerde karşılaştığımız günahlar da bize aittir. Aidiyet hislerini kendi kılıcımızda hissedersek, kesmeye kendimizden başlamamız gerekmez mi?


Dağ üstüne dağ, yahu! ne tükenmez dertlerimiz var? Üst üste toplanmış merakımız ve altında kalmış hislerimiz. Sevgili Zozan; kızılın açık tonları olan biz, renkli rüyalar görür olduk. Tanrı'm kaç rüya gerekli ölümümü görmem için? Kaç çeşmeye destan olmam gerek? Zira kabulün döngü içinde olduğu bu zamanda deryalar gördük, deryalar içtik ve artık bir deryayız. Simitçinin kafasındaki tepsi gibi şimdi ya öteye ya beriye dua edeceğiz. Kalkıp gidelim artık buralardan sevgili Zozan. Artık bizde duası kabul olmayan bir deryayız şimdi. Görüşürüz sevgili Zozan, bu mektup uzak bir deryadan...