Yine tavana bakıp düşünüyordu hatta sorguluyordu ve delirmek üzereydi. İsyan etmek, haykırmak istiyordu insanlığa ve sormak istiyordu yüksek sesle: "Bu gidiş nereye?" Harbiden nereye bu gidiş sevgili okur? Her gün birileri ölüyordu, öldürülüyordu; bir insanın başka bir insanı öldürebilecek kadar, hadi geçtim insanı, yeri geldiğinde aşık olduğu kadını öldürebilecek kadar nasıl canileşebiliyordu? Hayvanlara edilen zulümlere ne demeli peki? Şimdi bunları okuyanlardan bazıları, bu yazıyı klasik bir şekilde kadın cinayetlerine ve hayvan zulümlerine karşı bir isyan yazısı olarak düşünüp küçümseyecektir mutlaka. Ben de tam olarak bunu sorguluyorum işte, ne ara alıştık bu tip olaylara? Hissizleştik mi? Alıştık mı? Alıştırıldık mı ya da? Soruları sorarak ben kendimi tehlikeye atıyorum da cevapları içinden ver olur mu sevili okur? Öyle bir çağa geldik ki düşünmek suç olmuş, sorgulamak yasak. Kimse konuşmak istemiyor, konuşmak isteyenler de zaten konuşsak ne değişecek diye susmayı tercih etmiş. Herkes bu çağda bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Peki tam burada can alıcı iki soru geliyor. Birincisi; yaşamak bu mudur? İkincisi ise insan mıyız? Bu çağ, bu düzen, tırnak içinde bu modern yüzyıl; çok gelişmiş, pek bir gelişmiş bu çağda yaşamak denilen şeyi tattık mı ve insan kalabildik mi? Yaşamak dediğin şey uyandığında, gökyüzüne baktığında mutlu olmak demekse en son ne zaman gökyüzüne bakıp yaşamak güzel şey be kardeşim dedin sevgili okur? İnsan dediğin yeri geldiğinde yorulur ama sen çalıştığın işte terfi alabilmek, patronunun gözüne girip kovulmamak için ya da daha fazla mesai yapıp daha fazla para kazanabilmek için yorulmadan, yılmadan çalıştın da ne oldu? Eline daha fazla para geçti ama insanlığını bir kenara koyman gerekti, bu senin suçun değil ki, burada bir suçlu varsa o da seni insanlığından çıkaran bu düzendir. İşte bunları düşüne düşüne çıldırıyordu. Ona genelde sorarlardı; ya Kinyas, bu genç yaşta niye saçlarına aklar düştü, diye. Gülerdi ve bilmem, derdi ama biliyordu, Kinyas onların yapmadığı bir şey yapıyordu çünkü. Kinyas, sorguluyordu. Geceleri uykusuz geçiyordu, düşünmekten karnına ağrılar giriyordu ve bir çözüm bulmak istiyordu Kinyas ama bulamıyordu. Böyle düşünmekten yorulduğu anlarda yaptığı gibi gider usulca eline kağıt kalem alır düşüncelerini karman çorman yazardı. Pardon, yazar mı dedim sevgili okur, o bunu duysaydı sinirlenirdi çünkü Kinyas'ın sözlüğünde yazmak eylemi eşittir kusmak. Arkadaşlarına arada dün gece kustum, derdi kimse anlamazdı ama o anlatırdı işte derdini, dün gece yazdım deme şekliydi bu onun için. İnsan denilen muammayı anlamak istiyordu. İnsanlığa insanlığını geri kazandırmak istiyorum diye noktayı koymuştu Kinyas ve kusması sona ermişti. Usulca ışığı kapadı, birazcık da olsa kusmanın vermiş olduğu rahatlamayla uykuya daldı. Ertesi gün yine herkesleşecek ve gündelik kaygıların verdiği tatlı telaşla gününü geçirmeye çalışacaktı. Kimsenin haberi olmayacaktı; dün gece neyi sorguladığından, neye isyan ettiğinden ve kağıda ne kustuğundan. Kinyas'ın uykudayken aklında tek bir soru vardı. Ne, olamaz mı yoksa böyle bir şey? Bence olabilir hatta sende de oluyordur, uykudayken aklında düşünceler dolaşıyordur istemsizce. Neyse bunu tartışmak yerine gelelim Kinyas'ın aklındakine. Kinyas ise şunu düşünüyordu: Ya ben böyle yazıyorum da yazdıklarım hikaye midir deneme mi? Bu yazdıklarım ileride kitap olarak basılsa eleştirmenler hangi kategoriden değerlendirirler acaba?