Dün işten çıktım, her zaman oturduğum yere gittim, orada biraz meyve suyu içtikten sonra kalkıp başka bir yere gittim.

Güzel, nezih bir ortamdı, iki meyve suyu da orada içtim. Karışık yapalım mı diye sordular, hayır, dedim, karışık olmasın. Karıştırınca mideme zarar veriyor, dedim. Neyse, yine sade birkaç meyve suyumu içtim. Sonra içimdeki yangının dinmediğini fark ettim ve oradan da kalkıp başka bir yere geçmeye karar verirdim. Eskiden çok fazla gittiğim bir bar vitamin bar olmuş. Oturdum, yine aynı elemanlar çalışıyordu. Sigarayı ve alkolü bırakmışlar çocuklar, tedavi falan görmeye başlamışlar; hepsi de eli ayağı düzgün çocuklar, bazıları fazladan küfürlü konuşuyorlardı ama olsun. Onlar da gelen elit müşteriler vasıtasıyla daha düzgün diksiyon sahibi olmaya çalışan insan. Çalışıyordu çocuklar, iyi gördüm onları. 

    

Vitamin bara gittim, bana şöyle sert bi' şeyler yapar mısınız, dedim. Tabii ki abi, sen çok eski müşterisin, dediler, tam senlik bi' şey var elimizde, yapalım abi, dediler. Hay hay, dedim, önüme rengi çok acayip bir atom bombası geldi. Tanrı'm, dedim, sonra tanrımın olmadığını hatırladım çünkü dün akşam eve gittiğimde bilekliğimi çıkarırken birbirine dolaşan ipler yüzünden ona çok kızdım ve küsmüştüm, o artık hayatımda yoktu. Zaten hiç olmamıştı. Neyse, ilk gelen bardağı bayağı zor içtim; rengi bile zehir gibiydi ama içtim, kaşlarımı çata çata içtim onu. Sonra beğendiğimi fark ettim ve ikincisini, ardından da üçüncüsünü söyledim. Sabah kalktığımda inşallah motorum bozulmaz, diye tekrar yalvarmaya başlayacaktım ki yine Tanrı'ya küs olduğumu hatırladım. Ve sustum, sadece içtim.

    

Alarm sesine uyandım, geç kalıyordum. Duşa girdim, hazırlandım ve çıktım. İyi ki bir meyve suyu komasında değilim, diye aklımdan geçirdim ve iyi ki dün akşam o kadar bira içtiğim halde normal bir şekilde işe gidebildiğime sevindim. 

 

Küçük şeylerden mutlu oluyorum; meyve suyundan değil…