Vakit öğleye geliyordu. Tarlaya vuran güneş o kadar kavurucuydu ki köylüler başlarına güneş geçmesin diye çalışmayı bırakmış, bulundukları yerde dinlenmeye çekilmişlerdi.

    Tarlasının sonundaki kavak ağacının dibinde uzaktaki bir yere bakışlarını kilitleyen Rıza’yı gören Süleyman, Rıza’nın baktığı yerde Gülsüm’ü seçince meseleyi anlamıştı. Fark ettirmeden Rıza’nın yanına çökerken, “Ulen Irıza yanına geldiğimi bile görmüyorsun, ne bu halin?” dedi.

    Süleyman’ı gören Rıza, hemen kendini toparladı. “Yorulmuşum ağam, sıcak öyle bastırdı ki…” dedi başını tutarak.

    “Sıcak batırmış ama bu güneşten değil herhalım be,” dedi Süleyman aynı zamanda gözleriyle Gülsüm’ü işaret ederek.

    “Yok be Süleyman, öyle boş boş bakınıyordum…”

    “Hadi hadi bırak bu ayakları yoksa arkadaşından da mı gizleyeceksin?” diye ısrarla arkadaşının üzerine gitti Süleyman. Böyle birkaç kere daha üsteledi.

    Sonunda Süleyman’ın ısrarlarına dayanamadı Rıza. İçindeki derdi birine söyleme ihtiyacı da duyuyordu artık. Ne zamandır yanıktı Gülsüm’e. “Ağam,” dedi sonunda. “Bu dert içime öyle işledi ki hiçbir şey düşünemez oldum.”

    “Yahu Irıza madem böyle bir derdin var neden görücü yollatmıyon da böyle kendi kendini yiyip bitiriyon?”

    “Ah ağam ah…” dedi Rıza. Bunu derken sanki içinden bir şeyler kopup gidiyordu. “Verirler mi sanıyorsun onu bana?”

    “Ulan niye vermesinler? Nen var senin?”

    “Babasıyla babamın arasının açık olduğunu bilmiyon gibi konuşuyon be Süleyman ağam.”

    “Yahu biliyorum da ölümüne küs değiller ya barışırlar, sonrasında da gidip istersin.”

    “Onun babası ‘he’ dese benim babam kapılarına gidip de Gülsüm’ü bana hayatta istemez ağam.”

    Yine uzaklara bakmaya başladı Rıza. Sonu olmayan bir yolun en uzağında gözleri arıyordu Gülsüm’ü. Gitmişti.

    “Gülsüm biliyor mu peki senin içine düşen bu ateşi?”

    “Gülsüm bir şey sezecek diye ödüm kopuyor ağam. Öyle utanıyorum ki…”

    “Utanacak ne var be! Sen sevmişsin Irıza, belli et sevdanı, karşılık vermezse o utansın.”

    “Ben nasıl gidip söyleyeyim bunu? Bizimkisi olmayacak duaya âmin demek ağam boş ver, hadi kalk gidelim, ikindiye kadar dinlenelim, çok işimiz var…”

    Kalkarlarken, “Bu durumun bana çok dokundu Irıza, bir şey istersen çekinme, söyle,” dedi Süleyman…


*

    Anası odaya girdiğinde Rıza uyuyordu. Öten horozların eşliğinde dürttü oğlunu. Rıza daha gözünü tam açamamışken, “Süleyman geldi oğlum, seni soruyor. Kalk bak bi,” dedi.

    Gerindi Rıza, çalışmaktan belini ağrımıştı ama umurunda değildi bu. Süleyman’ın adını duyar duymaz heyecanlandı. Sırrını paylaştığı tek kişiydi çünkü o. Hemen giyindi, dışarı fırladı.

    Süleyman neşeyle karşıladı Rıza’yı. “Ooo sevda beyimizi bol bol uyutuyormuş, haberimiz yok.”

    “Aman Süleyman, yavaş konuş biraz, bir duyan olacak,” dedi Rıza etrafını kollayarak.

    “Sen var ya bu kızı sittin sene alamazsın Irıza…” Duraksadı, tekrar söze girecekken arkadaşını iyice bir süzdü. Sonunda, “Dua et ki benim gibi bir arkadaşın var,” dedi.

    Rıza, Süleyman’ın ne demek istediğini anlamadı, boş boş baktı yüzüne.

    “Bakma öyle suratıma buldum senin derdinin dermanını, sen de istersen tabi.”

    Heyecanlandı Rıza. “Aman ağam ne diyorsun, nasıl istemem ama nasıl olacak bu?”

    “Yahu Irıza sen Gülsüm’e abayı yakmışsın sonra öylece bırakmışsın. Aklını hiç ama hiç kullanmıyorsun be oğlum. Gülsüm nerede çalışıyor hiç düşündün mü?”

    Ne diyeceğini bilemedi Rıza. Sadece, “Nerede?” diyebildi.

    “Bizim tarlada be saf oğlan. Haftada üç gün bize geliyor. Tabi sen ondan başka bir şey görmediğin için öylece bekliyon, istiyon ki biri gelsin Gülsüm’ü senin koynuna soksun.”

    Bu lafları duyunca alındı Rıza. Süleyman arkadaşını yatıştırdı hemen. “Bak şöyle yapacağız,” dedi sonra. “Gülsüm bize geldiği günlerde sen de benimle tarlaya geleceksin. Ben bir yolunu bulup sizi yalnız bırakacağım. Korkma kimse sizi görmeyecek. Gülsüm’ün de niyeti senden yana olursa ne âlâ,” dedi.

    Rıza’nın aklına yattı bu iş. Ama hayalinde bile konuşamadığı Gülsüm’le nasıl karşı karşıya gelip de iki çift söz edecekti?

    “Benim dilim tutulur onun karşısında be Süleyman. Aklıma geldikçe bile içimde bir şeyler oluyor.”

    Sinirlendi Süleyman, “Sen bir bok yapamazsın Irıza. Benden demesi. Gülsüm yarın tarlaya gelecek. İster gel ister gelme, paşa gönlün bilir,” dedi ve gitti. Rıza arkadaşının arkasından bakakaldı öylece. Horozlar hala ötüyordu.


*

    “Ulan orada duruyor işte. Git konuş, kimse görmez seni.”

    Ağacın dibinde uzaktan Gülsüm’ü seyrediyorlardı. Rıza’nın ayakları tir tir titriyordu. Değil konuşmak adım atacak hali yoktu.

    “Ağam bugün sen konuşsan, benden haber götürsen olmaz mı?” diye sordu Rıza yalvarırcasına.

    “Puu! Senin Allah belanı vere. Koynuna da ben sokayım diyince kızıyorsun bir de,” dedi Süleyman.

    “Bana bu iyiliği de yap be ağam, halimi görüyorsun, şimdi karşısına çıksam ağzımdan kelime çıkmaz. Bu sefer temelli yatar bu iş.”

     Aklına bir şey gelmeyince, “Tamam,” dedi Süleyman. Rıza’nın yanından ayrılarak ağır adımlarla Gülsüm’e doğru yürümeye başladı. Attığı her adım Rıza’nın daha da heyecanlanmasına neden oldu. Daha fazla dayanamadı. Koşar adımlarla uzaklaştı oradan…

 

*

    “Haberler iyi Irıza,” dedi Süleyman, Gülsüm’den ayrılıp Rıza’nın yanına geldiğinde. “Gülsüm, sana selam söyledi.”

    Bunu duyan Rıza iyice heyecanlandı. “Yoksa söyledin mi?” diye sordu gözlerini kocaman açarak.

    “Yok be Irıza söyler miyim hiç. Bu işler öyle damdan düşer gibi olmaz. Bak anlatayım, vardım yanına, havadan sudan konuştum öyle. Laf arasında seninle olduğumu da söyledim. ‘Selam söyle’ dedi. Senin ismini duyunca gözleri açıldı. Bu iyiye işarettir oğlum. Bu kızın da sen de gönlü var. Benden demesi.”

    Süleyman’ın bu konuşmalarından sonra Rıza’yı aldı bir sevinç, yerinde duramıyordu. Neredeyse ayaklarına kapanacaktı Süleyman’ın.

    “İyisi mi ben bu kızın senin hakkında fikrini iyice öğreneyim Irıza. Sen de gönlü varsa benim pederi araya sokar, barıştırırız sizinkileri, sonra gider istersiniz.”

     Günlerdir gördüğü rüyaların bile bu kadar güzel olduğunu düşünmüyordu Rıza. Arkadaşına sıkı sıkı sarıldı. Gülsüm onun olacaktı. İlk kez bu kadar candan buna inandı…


*

    Süleyman, Gülsüm tarlalarında çalışmaya geldikçe onunla görüştü. Birbirlerine sürekli haber gönderdiler. Rıza, Süleyman haber götürdüğü zaman, Gülsüm kendisini görecek de kötü bir şey olacak diye çoğunda uzaktan bile izlemeye cesaret edemiyordu. İzlemeye çalıştığı birkaç seferde de ne konuştuklarını bile duyamadı. Sonunda Rıza, bu durumdan usandı, işin doğrusu rahatsız olmaya başladı. Kendisi gidemiyordu ama artık Süleyman da gitmesin istiyordu Gülsüm’ün yanına. Fakat bunu arkadaşına nasıl söyleyecekti? Onun için bu kadar fedakârlık yapan birine nankörlük olurdu bu yaptığı.

    Bir gün yine otururlarken, “Ben artık Gülsüm’le konuşmaya hazırım Süleyman,” dedi Rıza.

    “Sen hazırsın da bakalım Gülsüm hazır mı Irıza?”

    “O kadar zamandır güzel haberler getirdin bana ağam, artık yüzünü şöyle yakından göreyim, sana söylediklerini bana söylesin istiyom.”

    “Gidip söyleyim bu isteğini Irıza. O da tamam derse bize geldikleri bir gün görüşürsünüz ama öyle boş gitmek olmaz şimdi. Şöyle güzelinden bir helva alalım ilçeden. Gönlü hoş olsun. Sen uğrayamam dersen ben bugün gidip geleceğim bi. Senin için alayım en güzelinden.”

   Duydukları hoşuna gitti Rıza’nın. Arkadaşını kıskandığı için kendine kızdı. Cebinden yüklüce bir miktar para çıkarıp Süleyman’a verdi. Parayı uzatırken, “Sadece helva değil, bir eşarp bir de güzel bir koku al ağam,” dedi.

    Gülsüm karşısındaymış gibi kendi kendine konuşarak Süleyman’ın yanından ayrıldı.

*


    “Anlat ağam, kurbanın olayım bir daha anlat,” dedi Rıza Gülsüm’ün yolladığı mendili sürekli koklayarak.

    “Gönderdiğin hediyeler onu o kadar mutlu etti ki Irıza sana dualar okudu. Sonra mendilini uzatarak, ‘Al, bu mendili de benden ona götür,’ dedi. Yalnız görüşme için ilk önce babalarımızın barışması lazım diyor Irıza. Bu bana da mantıklı geldi. Şimdi küs babaların çocukları böyle bir işe girip de köylük yerde görünürse çok ayıp karşılanır. O yüzden ilk sizin büyükleri barıştıracağız sonra Gülsüm’ü sana isteyeceğiz.”

    Süleyman böyle diyince Rıza’yı bir düşüncedir aldı. Şimdiye kadar Gülsüm’den başka bir şey düşünmemişti. Babasıyla kendisinin de arası pekiyi sayılmazdı ama Gülsüm için her şeye katlanır, her zorluğa göğüs gererdi. Süleyman’a yaptığı bütün yardımlar için sıkı sıkı sarıldı. Sonra da eve yollandı. Babasıyla Mustafa emmisi arasındaki meseleyi halletmeye çalışacaktı.


    Odanın köşesinde akşam namazını bitirip dualar mırıldanan babasının yanında otururken birdenbire, “Yahu baba siz bu Mustafa emmiyle küslüğünüzü uzatmadınız mı?” dedi Rıza. Biraz da çekiniyordu bunu söylerken.

    Babası, duasını bitirirken sinirlendiğini belli edercesine duasını yüksek sesle ve uzatarak bitirdi. Rıza’ya dönerek, “Ulan dürzü! Sen babanla nasıl konuşuyon böyle? Bitti bizim işimiz. Bundan sonra ne dirisi dirime ne ölüsü ölüme,” dedi.

    Ok yaydan çıkmıştı artık. Rıza da lafını ağzında tutmadı. “Baba, bir müslümanın bir müslümanla üç günden fazla küs kalması uygun değildir. Namaz kılıp dua ediyorsun bir de,” dedi gözlerinin içine bakarak.

    “İtin doğurduğuna bak sen! Gelmiş akıl veriyor burda bana. Ne yapayım yani, o dürzünün yaptığı her şeye boyun mu eğeyim. Çok güzel yaptın ağam bir daha mı yap diyeyim? Anasını sinkaf edeyim ulan ben onun. Sen de yıkıl karşımdan itoğlu it!”

     Babasının sövmeleri evi bile titretiyordu. Arkasına bakmadan, hızlıca çıkmak zorunda kaldı odadan Rıza…

*


    “Biz bunları barıştıramayız Süleyman ağam. Madem Gülsüm’ümün de ben de gönlü var, ben düşündüm taşındım, kararımı verdim, eğer isterse kaçıracağım onu.”

    “Daha yan yana gelemeden ne bu acelen Irıza paşam. Sen sanıyor musun ki böyle bir şeyi hemen kabul edecek Gülsüm?”

    “Ne yapam o zaman ağam, bekleyeyim de başkası mı alsın Gülsüm’ü. Ben de gönlü varken hem de. Babalarının barışmasını beklersem Gülsüm’ü alamam. ”

    Rıza, Gülsüm’ün onda gönlü olduğunu ısrarla vurguluyordu sözlerinde. Süleyman’ın gözünden kaçmadı bu.

    “Kararlısın yani kaçıracağım diyorsun.”

    “Eğer onun da bu işe gönlü olursa,” dedi Rıza.

    “Bugün gider konuşurum o zaman Irıza, benden haber bekle.”

    “Ben konuşsam artık ağam olmaz mı? Hem bir yüzünü şöyle yakından doya doya görürüm Gülsüm'ümün,” dedi Rıza. Artık ne olursa olsun onunla konuşmak istiyordu.

    “Ulan hem kaçıracağım diyorsun hem de yan yana geleyim diyorsun. Yan yana sizi görseler baban ne der hiç düşündün mü?”

    “Doğru,” dedi Rıza. Babasının öfkesi aklına geldi. Başını kaşıdı, düşündü biraz. “Tamam Süleyman, git konuş, varsa kaçmaktan yana gönlü bana bildir.”

    Süleyman giderken arkasından bakakaldı. Gülsüm’den acaba ne haber getirecekti?

*


    Rıza bir yandan Gülsüm’ü izlerken bir yandan da Süleyman’ın anlattıklarını dinliyordu.

    “Gözün aydın Irıza, Senle kaçmaya razı oldu Gülsüm, ‘Eğer babalarımızın barışma imkânı yoksa kaçalım’ diyor o da. Bugün uzaktan da olsa gör diye getirdim buraya.”

    Süleyman bunları söylerken Rıza, gözünü Gülsüm’den ayırmıyordu. Gülsüm’ün kendisine böyle baktığını görmek bile onu mutluluktan havalara uçuruyordu. İsterse bütün hayatı boyunca uzaktan böyle baksın, yeterdi Rıza’ya bu.

    Süleyman, “Yalnız bir sorun var Irıza,” devam etti. Rıza sorun lafını duyunca bakışlarını Süleyman’a kilitledi hemen. “Gülsüm, kaçmak için bir şart koydu. O da yanında yüklüce bir miktar para olması. ‘Kaçtığımızda ne yer ne içeriz, nerede kalırız diyor.’ Bu da haklı bir istek Irıza. O yüzden kaçacaksan yanında paranın olması gerekir.”

    Gülsüm’ün isteğini duyan Rıza, “İsterse bütün param onun olsun be Süleyman ağam. Merak etmesin, bize yetecek kadar hatta daha fazla para bulacağım. Git söyle hemen, hazırlıklara başlasın,” dedi. Uzaktan, şartını kabul ettiğini belirtircesine gülümsedi Gülsüm’e.

*

    Rıza ne yapıp edip evde babasının parasının olduğu kutuyu bulmuş, epey bir miktarını almıştı. Süleyman’la da parayı Gülsüm’e yollamıştı. Süleyman istemişti bunu. “Her şeyin tamam olduğunu bilsin, bir tereddüdü olmasın,” demişti. Rıza’nın aklına yatmıştı bu. Rıza babasının, parasını çaldığını anlayacak diye ödü kopuyordu. Sağ salim çıkıp gitsem şu evden diye dualar ediyordu. Hemen çıkıp uzaklara gitmek istiyordu ama kararlaştırdıkları gibi herkes uyuduktan sonra çıkacaktı evden. Heyecandan akşam yemeğini doğru düzgün yemedi. Erkenden odasına çekildi. “Hasta mısın oğlum?” diye soran annesine, “Uyumak istiyorum,” dedi sadece ve evden çıkıp gideceği zamanı beklemeye başladı. Yatağında uzanırken hayallere daldı. Gülsüm’le uzaklara gidince güzel bir ev tutacaktı. İçine de güzel mobilya takımları, Gülsüm’ün elleri yıpranmasın diye bir çamaşır makinesi. Reklamlarda gördüğü bir bulaşık makinesi bir de. Feda olsundu ona, her şey feda olsundu. Sonra Süleyman’a bir hediye yollayacaktı. Onu unutması mümkün değildi, hakkını hiçbir zaman ödeyemezdi.

    Herkes uyuyup sesler iyice çekilince yatağından çıktı. Yavaşça parmak uçlarına basarak kapıyı açtı ve evden çıktı. Saat epey ilerlemişti. Hemen Gülsüm’le belirledikleri yere geldi. Süleyman da belli bir noktaya kadar onlarla gelecekti. Beklemeye başladı. Uzunca bir süre Gülsüm gelmeyince ilk telaşlandı ama onun durumu kendisinden daha güçtü. Belki babası hala uyumamıştı. Süleyman buradan bir yere ayrılmamasını sıkı sıkı tembih etmişti. O da buna uyuyordu. Bekledi, bekledi, bekledi…

*

    Gülsüm ile Süleyman’ın kaçması köyde büyük yankı uyandırdı. Rıza günlerce oradan oraya döndü durdu. Dağlarda bakmadığı yer kalmadı. Bulamadı. Süleyman, Gülsüm’ü kaçırırken sadece ‘Kusura Bakmasın’ yazılı bir not bırakmıştı arkasından.

    Rıza dışında kimse bunun ne anlama geldiğini anlamadı.