Her son yeni bir başlangıç derler, başlayamamak hiç bu kadar uzun sürmemişti. Zaman hiç olmadığı kadar acımasız gibi iddialı bir cümle kurmayabilirim ama canımı epeyce yaktığı aşikar. Akıp akmamasıyla alakalı bi’ derdim yok. Sadece içinde değilmişim gibi. Evet neredeyim ben sahiden? Bu ilk kayboluşum değil biliyorum.
Sığamıyorum…
Varlığımdan bile şüphe ediyor gibiyim, ölüm o kadar tatlı ve yakın ki… Sezen doğru demişti. “Her şey bir anda anlamsız gelecek.” Hayatta olduğuma dair kendime yaptığım ufak çaplı şovlar canımı çok sıkıyor. Kendime “buradasın be kızım” hatırlatması yapmak, onca yıkımdan kurtarıp inşa ettiğim ruhuma koca bir haksızlık gibi.
Hazmedemiyorum…
Aklım koca bir mezarlık. Bütün yaralarım yeniden kanıyor. Hayat tırnaklarını hepsine yine geçirmiş. Panik içindeyim. Her şey çok erken yük olmuş ve omuzlarımda hepsinin izi. Biliyor musun omuzlarımı öperim ben ve öperken kendime gülerim. Çok şey düşünüp hiçbirini birbirine dikemeyebilirim. İpim kısa, iğnemin ucu çok küçük. Yetmezmiş gibi karanlıktayım. Sahi nerede benim evim? Belki de kendi kalbimdi sadece bir tek döşeğim. 5 yaşındayken de 15’ken de. İkisinde de bombalandım ne acı…
Peki bunlara rağmen içimdeki utanmaz umudu n’apcaz? Yarın var umudu. Bugün zaten bitecek umudu. Bütün bombalarımla beraber her şey içimde var olacak di mi? Evimde, benliğimle ve biraz da kimsesizliğimle. Umarım yanımda biraz şarap olur. Çünkü hayat sarhoşken biraz daha güçlü olmaya gereksiz… Sırtımı bir duvara dayamasam da olur. Aşağıdan yukarıya bile yuvarlanabilirim çok istersem. Her yerin üstünü altına da getirebilirim. Ve eminim küsuratsız kalıp 5 yaşında bombalanan o kıza da sarılabilirim. Söylemiştim galiba benim evim kalbim. Küçük de olsa, yerinden çıkacak gibi de çarpsa, günün sonunda beni de yine yeniden bulur di mi? Bütün kaybedilenler gibi…