Aynanın karşısına geçti ve boş gözlerle kendini incelemeye koyuldu. Yüzünü inceledi. Kusursuz bir makyaj vardı yüzünde. Dudaklarında şarap kırmızısı ruju, buğulu göz makyajı... Su vurdu yüzüne birkaç defa, aynaya baktı, darmadağınık bir makyaj karşıladı onu; gözlerinin etrafı simsiyah, ruju ağzına burnuna yayılmış. Zevk aldı aynada gördüğü bu yüzden. Pamuk ve krem getirdi yüzüne dağılan makyajı temizlemek için. Kremi yüzüne boca etti. Makyajını pamukla sildi güzelce. Kirlenmiş pamukları çöp kutusuna değil yere attı. Defalarca o pamukların üstüne basarak geçti ve ayaklarının boyanmasına, evin kirlenmesine aldırış etmedi. Saatler sonra yeniden geldi aynanın karşısına. Yine aynı boş gözler karşıladı onu. Cildinde hiçbir leke, sivilce yoktu. Yine göz alıcı ve parlaktı. Gözlerine baktı. Sonu olmayan bir orman gibi uçsuz bucaksız bir yeşildi. Göz bebekleri ise dipsiz bir kuyu gibi iyice de küçülmüştü. Çatallaşmış gözlerini açıp kapattıkça görüşünün azaldığını fark etti. Hilal gibi kaşları çıkmış, almayı unutmuştu.
Yüzündeki dağınıklığın küçük bir sebebi de oydu belli ki. Göz altları tatlı bir mora bürünmüştü. Kusurlarına rağmen hâlâ bebek gibiydi yüzü, güzelliğini fark eden o kusurları göremezdi zaten. Hiç kırışıklığı yoktu. Zayıf, kemikli bir yüzü vardı. Elmacık kemikleri belirgin, yanakları al aldı. Dolgun denilebilecek kadar hoş dudaklara sahipti. Dişleri... İnci gibi bembeyaz. Yuvarlak da bir çenesi vardı.
Yüzündeki bu mükemmellik, bu pürüzsüzlük onun sinirine dokunmuştu. Büyüyü bozdu. Gülümsedi. Gülümsemenin yüzüne verdiği huzurlu huzursuzluğa baktı. Gülümsemesiyle göz kenarları kırıştı. Dokundu ve saymaya çalıştı kırışıklıklarını. Dudaklarından yayılan gülümseme iki yanağına gamze kondurmuştu. Gülüşüyle kusur yaratmaya çalışırken yine güzellik sıçrattı yüzüne. Tişörtüne ilişti gözleri. Çıkardı attı onu da kurtuldu bez parçasından. Bedenine bakıyor şimdi de. Geniş sayılabilecek omuzlarına serpilmiş benleri beyaz tenine renk katmıştı. Mankenlerin bile imrenerek bakacağı uzun boynu ve incecik beli vardı. Çiçekler ekilesi bir köprücük kemiği çukuru vardı. Büyük bir armut gibi küçük ama dolgundu göğüsleri. Gözleri bedeninde gezinmeye devam ederken onlara elleri de eşlik etti. Sanki bedeniyle ilk defa karşılaşıyor gibiydi. İnceledi kendini, dokundu tüm bedenine orada bir şeyler arıyor gibiydi. Elleriyle gezinirken dik ve yuvarlak kalçasında durdu ve kalçasına daireler çizdi. Eğildi bacaklarına dokunarak devam etti. Diz kapaklarını okşadı. Daha sonra baldırını. Parmaklarıyla tüm vücuduna daireler çizerek okşadı kendini. Pürüzsüz elleri, yüzü, bacakları, kalçası, bedeninin her yeri pürüzsüzdü, eli duraksamadan kayabiliyordu vücudunda. Sinirlendi. Aradığı kusurlarıydı ve onları bulamıyordu. Daha sert dokundu kendine. Defalarca bacaklarında aynı noktayı ovaladı durdu, sonra bedeninin başka bir yerini, başka yerini ve başka bir yerini daha defalarca ovaladı. Kafasını kaldırıp aynaya baktı ve gülümsedi. Birden bir şarkı mırıldanmaya başladı. Ritmini arttırdı sonra da sesini... Bağıra bağıra şarkı söyleyip birden yere oturdu ve dizlerini karnına doğru çekti. Aynasından hâlâ kendini görebiliyordu, hiç bakmadı o tarafa kaçtı bu defa aynadan. Ayak bileklerini okşamaya başladı. Pürüzsüz bedenini okşamak artık ona haz vermiyordu. Hiçbir zaman vermedi. O bu mükemmellikten hep rahatsız oldu. Şimdi de huzursuzdu. Bulamadıysa kendisi yapmalıydı. Okşama yerini kaşımaya bıraktı. Kaşıdı bacaklarını defalarca. Bacakları kızardı. Devam etti kaşımaya. Büyük bir zevk duyuyordu şu an ve yine gülümsedi. Bir yanma hissetti, bacaklarından sıcak bir şey akıyor gibiydi hiç aldırış etmedi gözü bile kaymadı bacaklarına doğru, sadece devam etti kaşımaya üst bacakları, kalçası, karnı, kolları tırnaklarının değmediği hiçbir nokta kalmadı. Vücudu kıpkırmızı olmuştu. Aynaya baktı daha hırslanarak. Kaşımaya devam etti. Şarkıya kaldığı yerden devam etti. Bağırıyor, şarkı söylüyor ve kaşıyordu, sadece kaşıyor. Sıcacık bir sıvı kollarından, bacaklarından süzülüyordu. Baktı, dudağından sildiği gibi şarap renginde bir kırmızılık. Kanıyordu kaşıdığı her yer. İzin verdi kanın bedeninde dolaşmasına, boynundan akan kan bacaklarına kadar süzülüyor oradan odanın kapısına doğru ilerliyordu. Yoruluyordu artık, durmak istemedi. Ayağa kalktı. Kapıya doğru ilerlerken dengesini kaybedip kapıya tutundu. Banyoya geçti. Aynayla göz göze geldi yine önünde duran küçük bibloyu alıp aynaya fırlattı. Aynanın parçaları bedenine çarparak tüm etrafa saçıldı. Küvetin suyunu doldurmak için adım attı ayağına batan cam kırıkları hiç umurunda değildi. Suyu açtı. Suyun sesini dinledi. Bedenini kaşımaya devam ederken küvetin içine girdi. Küvetin içindeki su o girdiği an pembeleşti. Pembelik saniyeler sonra yerini kan kırmızısına bıraktı. Su değil adeta kan doluydu artık küvet. Suyun rengini öyle gördükçe kaşımaya, kendini kanatmaya devam etti. Çaprazında duran küçük ayna gözüne ilişti. Yüzüne hiç dokunmamıştı. Yüzünde sadece sıçrayan ayna kırıklarının bıraktığı izler vardı. Her şeye rağmen neden hâlâ güzeldi, neden mükemmelliği onu terk etmek bilmiyordu. Kanlı ellerini yüzünde gezdirdi. Aynaya bakıp gülümsedi ve yüzünde oluşan kırışıklıkları sevdi. Gözleri ağırlaştı, küvet iyice dolmuştu çeşmeye ulaşacak gücü bulamadı kendinde, olduğu yere doğru diz çöktü. Ayaklarını uzatıp kendini akan suya bıraktı. Küvet taşıyor. Su bordo, kırmızı ve sonra pembe rengine büründü. Gittikçe açılıyordu suyun rengi. Saatler geçti. Evde yaşayan tek canlı bitkilerdi. Kanlı sular evin tüm odalarında gezinirken küvetin içindeki su berraklaştı. Duru su yine onun bedeninde dolaşıyordu. Hâlâ kusursuz olan bedeni bu suyun altında alenen ortadaydı. Mora kesmiş vücudu “Ben buradayım.” diyordu hiçbir albenisini kaybetmeden. Nefes alamıyordu artık yine de o tüm mükemmelliği ile küvetin içinde huzurla uyumaya devam etti.