Gökyüzünün ılık, ıtır kokan nefesini odasının içine doğurduğu öğlen vaktinde, kenarları soyulmuş, adeta ikinci el antika eşya muamelesi gördüğü ve odasına öylece yerleştiriverdiği aynasına belki de ona asırlar gibi gelecek bir anda kendisine bakıp duruyordu. Boyu aynadan belki dört parmak daha uzundu ve aynaya bakarken bacaklarını kırmak zorunda kalıyordu. Bazense, yeni emeklemeyi öğrenmiş çocuk gibi durduğu da olurdu. Saçları kavrulmuş kahve gibi, öyle sıcak ve taze bir renkti ki, adeta akan şelale gibi pürüzsüz ve gürdü. Gözleri arıların bile sakınacağı en taze balın o nadide rengine bürünmüş ve sanki aklında kibrit çakıyormuş da gözlerine çakıl taşı pırıltısı düşüyormuş gibi o çocuksu merak ve dinçliği vardı. Dudakları tıpkı yeni açmış bir gülün o nadide kırmızı kumaşı gibi titreyip duruyordu. İnce, çubuğu andıran çıtkırıldım parmakları saçlarını yalayıp geçtiğinde, üzerinde jilet gibi duran lacivert takımını elleriyle birkaç kez daha düzeltmeye çalıştı. Mükemmel olmak istiyordu. Hatasız, kusursuz ve beyazlığın o kılcal damarlarında bir tek siyah leke bile görmek istemiyordu. Boğazı adeta yanıyor, aldığı nefesin boğazını tel tel yaktığını hissediyordu. Aynanın hemen yanında, önceki geceden hazırlanmış birkaç evrakı lacivert dosyasıyla eline aldı ve evden çıktı. Pencereden dışarı dalgalanan perde, beyaz ve barışı anımsatan bayrak gibi dalgalanıp duruyordu.


Bunaltıcılığın hükümsüz olduğu, göğün, denizin o berrak ve açık mavi ceketini giyinmiş gibi tertemiz duruşu içinde fevkalade bir günde gibi hissediyordu. Cadde, önceki günlere kıyasla biraz daha kalabalıktı ve kulakları adeta delip geçecek korna sesleri ürkmesine sebep oluyordu. Sonra, nedendir bilinmez gözlerin kendisine döndüğünü ve uzunca süre kendisinde kaldığını hissetti. Anlayamadı. Belki de güzel görünüyordu. Bu yüzden olabileceğini düşündü. Lakin önünden geçen herkes, arabaların içerisinden kendisine bakan tüm insanlar olağan sıradanlığıyla gözünün önüne serilince, yüreğinin hıncahınç sıkıştığını hissetti. Caddedeki tüm insanların, gözlerindeki o kaynayan kınama duygusunun altında adeta ezildiğini küçücük olduğunu duyumsadı.


Ağaçların bahar saçları yeşilimsi boyaya bürünmüş, kuşların haşmetli kanatlarının vurup dalgalandırdığı kocaman bir insan başını andırıyordu. Memleketine gelen kuşların göğün üzerinde tuvalimsi görüntüleri adeta mest ediyordu. Ilık ıtır kokusu, Doğu yaylalarından kopup gelmiş gibi öyle bayıltıcı ve ferahtı. Genç kadın, bacaklarından yakalanmış gibi sabitçe durduğunda, insanların dudaklarının arasına sakladıkları ‘cık cık’ sesi adeta beynine vuruyordu. İnsanların gözleri, saklı kalmış bir ayıbı kendi üzerine vahşi bir hayvan acımasızlığıyla salıveriyordu. Genç kadın, onca insan bakışına rağmen koştu ve bir mağazadan yansıyan aynaya kavuşarak uzunca süre kendisini izledi. Nesi vardı? İnsanlar neden bir günaha bakıyormuş gibi iğrenip duruyorlardı? Güneşin yansıma yaptığı aynaya uzunca süre bakıp durdu. Arkasından yansıyan insanlar bir fısıldaşıyor bir öfkeyle birbirlerine söylenip duruyordu. Araba kornaları bile susmuştu.


Kadın, uzun parmaklarını yüzünde, yuvarlak çenesinde, yumuşak elmacık kemiklerinde gezdirdi. Bal rengi gözleri, korkunun ve acizliğin en hoyrat halini yaşıyordu. Belini kavrayan saçları, jilet gibi duran takımıyla öyle kusursuzdu ki, çevresinde ona bakan hiçbir insanın bunu kaldıramadığını ve buna aykırı olduğunu düşündü. Göz kenarları, kaz ayaklarının henüz üremediği, yaşanmışlıklarının boyunu geçmediği altın çağında olduğunu, toplumun fark ettiğini ve onların bu tepkisini taş devrine benzettiğini hissetti. Fazlaydı. Toplumun bu algısına kesinlikle fazlaydı. Tıpkı taşan bir şelale gibi. Anarşist gibi hissetti kendini. Topluma ayak uyduramayan bir anarşist. Mağazaların cam duvara astıkları modeller, kaldırımın kenarına uzanmış boz renkli kedi, hatta arabalar bile o kadar sade ve sıradandı ki, kendisini daha bir savruk ve zavallı hissetti. Gözleri, yenilgisini kabullenmek istemeyen bir boksör edasıyla saçlarına çevrildi ve bir çırpıda ensesinde tortop ediverdi. Açık, taze tenine değen ılık rüzgar cesaretini şahlandırdı ve o anda elinin ters tarafıyla gül rengi dudaklarının boyasını acımasızca dağıtıverdi. Öyle güven doldu ki kendine, hafifçe tebessüm bile etti.


Güneşin salkım saçak ortaya düşüveren gölgesi, kuşların ve kara sineklerin daldan dala konduğu zaman diliminde, genç kadın, bedenini arkasında adeta yığın olmuş insanların karşısına çevirdi. Hiç konuşmadı. Hepsinin gözünde, sere serpe uzanmış memnuniyet ve kınamışlığın silik izlerinin kaybolduğu mimik çizgileri görülüyordu. Arkasını döndü, dudaklarına çöken tebessümüyle ara sokaklardan birine girdi. Korna sesleri yeniden yükselmeye başlamıştı.