sürekli aynı duvarlara, aynalara doğru hız alarak çarpmaktan gözlerini sıkı sıkı kapatıp burnunun direğini sızlatan bu çaresizlik, acelecilik, cinnetlerin buluştuğu ama asla saçılamayan nokta, o kuyu. asla bakışamadığın, bir kere baksan kendi yüzünü göreceğinden emin olduğun için ve bir daha boynunu kaldırmayacak, seni iki büklüm edecek, hak edilmiş hatta gecikilmiş utanç. dolu dolu; evler, insanlar dolusu, sana belki bir daha göğe baktırmayacak o utanç. tanıdın mı? kör kömür gibi göğsünde ince ince büyüyen sancıların. ellerinin birbirine girişi, derinin cezalara olan hasreti. bir zamanlar parıl parıl, asla senden ve senden geleceklerden haberdar olmayan güzel yüzünün hırpalanmış hali. bu bir döngü. bu bir döngü ama senin sürekli kendi yollarını uydurduğun, uydururkenki güçsüzlüğün ama asla bitmek bilmeyecek öfken ve acıların. bazı şeyler kana oturur ve bu yüzden kimse oraya yetişemez. ne aslında suçsuz ama elbette yine zedelenmiş derin, yanında yatan adamlar ve bugüne kadar tadabildiğin herhangi bir lezzet. belki de nefes aldığın sürece. bu bir döngü. kendi ellerinle kurduğun ve sökmeye çalışırken kendini kuyuya attığın umutsuzluğun, nefesinle kanının boğuştuğu döngü. tut kendini.