Evde bir çantan olmalı sürekli kullandığın, evet işte o çantadan bahsediyorum. Al o çantayı. Varsa termosun, içine demli, sıcak çay doldur. Bir defterin de vardır şüphesiz yanından ayırmadığın. İki kurşun kalem ve oturabileceğin ufak bir tabure de al yanına ya da diliyorsan iki seksen uzanırsın yerlere. Sonra etrafında şaşaalı kafelerin, parıl parıl tabelaların, zamanından çalacak trafik lambalarının, bunaltıcı özenti parfüm kokularının ya da yılışık, yoğuşuk bunak insansıların ve o zoraki nezaketlerinin olmadığı bir yer düşün. Burada kimse beğenmesin seni. Kimse konuşmasın sana. Kimse kaşında, gözünde bir güzellik aramasın, bulmasın. Efendilik derdinde olanların, kendini kanıtlayacak diye seni kanatanların, sitemin, yasın, sefaletin ya da kavganın olmadığı, herkesin kendini haklı bulmadığı, uzun süre susulabilecek bir kalabalığın avcuna çömel. Zaten yazılmış, çizilmiş, kanıtlamak için kafa patlatılmış hiç bir ideolojiyi de taşıma o gün ne sırtında ne de kafanda. Cennete kaçış planı değil bu elbet. Yalnızca ayak tırnaklarını toprağın renkleyebileceği, yüzünü güneşin kızartabileceği herhangi bir yer, boş bir tarla. 'Her şeyiyle bomboş'. Yanında, kaçtıklarını omuzlayıp önüne inatla döken birini de götürme. Bulduysan çakma bir cennet. Tamam .Şimdi aç kollarını rüzgara, dön yüzünü güneşe. Dur sonra. Uzun bir süre dur. Dur, dur, dur sonra biraz daha dur. Isınsın o korkmuş gülüşün. Dökülsün, tüm koltuk altı kinlerin. Kal şimdi kendi sessizliğinde bir vakit. Fakat dinleme kuşu, böceği de bunca gürültünün eşiğinde. Önce, içinde seni parçalamak için saniyelerle boğuşan gergedan kafalı fikirlerini dinle. Bir kulak ver bakalım kabarık ömür kulaklığına, neleri dinliyor?

Her gün seninle, nerelerden neler inliyor:



Anlamıyorlar!

Bırak beni kendilerini dahi duymuyorlar!

Aman yarabbi, kör bunlar görmüyorlar!

Bilmiyorlar şehvanilik dışında bir araz!

Bayağı sahteler!

Öncedenciler, anları ya da anıları yok!

Hissetmiyorlar hissin boğazlandığını!

Baş ezmekten özellikle zevk duyuyorlar; hele dingili takıp binek saymayı, çok iyi biliyor bu üç bedele beş köfte danaları!

Kendim kurdum, hayvanlarımı buldum, e zamanı da durdurdum, 'artık sahibinizim!', iblisleri!

Ya dönen çarklar? Hangisini sayayım?

Kaç pencerelidir bu hayat? Hangisinden bakayım?

Mekanik, düzen, sistem, dünya, cehennem, alışkanlıklar, alışılmak için savaşılanlar, çalışanlar, çalıştıranlar, düşünenler, yapanlar, 'elektrik mühendisi ve mahallenin elektrikçisi'. Kazanmak için kayba başvuranlar, zor olanlar ya da zora mecbur olanlar. Mendil satanlar, nane toplayanlar, düğün fotoğrafları çekenler, asfalt zemini düzleyenler, felaketlerle kırılan devletler, cephede koşup kahramanlık giyenler, bir topa ömür verenler , ayanı görmezden gelenler, pinhana kulak kesilenler, değiştirirken zulüm görenler, hiç sevmeden ölenler, bir fotoğraf uğultusunda gezinenler, elinde sünger duygu emiciler, sıradanlar ve delirenler, akşam ezanına yakın salçalı ekmekli dönemler, anlam yükünden habersizler, deseni harman bir dünya gözler, dediğim dedik düdükçüler, online düşesler, sanal güzeli prensler, içip içip düşenler, hiç durmadan düşünenler, değer görünce değerden göçenler, hareketi yüklenenler, nala boynuza anlam yükleyenler, tam güzel ya da tam çirkinler, hiç bilmeden yoruma yeltenenler, eylemsiz gündelikçiler, falcı medyum teyzeler, dokunmatik deha mı deha fikirciler, oradan oraya haberciler, ekmeği* için memur dilenciler, misal et fileto kesen kasap, silah talimi yapan asker, terebentiniyle fırçalarını temizleyen ressam, dokuzuncu harfi tahtaya çizen öğretmen, baharatını tadan şef, çocuğunun sorularına cevap yetiştiren anne, huzurevinde banyo eden dede, uçakta domates suyu dağıtan hostes, bir karacayı gözleyen avcı, motor kaputu üreten fabrikatör, kopmuş telini onaran curacı, yolculuk yapan aile, bakmaktan korkan yabani, şimdi doğan erkek bebek, şuan da ölen hasta, amaçsızca haset arayan kapı arkası ekip, dizi kanayan çocuk, paroluyla gezen şifacı komşu, tezek yakan köylü, balık ekmekçi amca, sorgudaki şüpheli, bir önlük giyme töreni, karaciğerdeki kisti çıkaran cerrah, ayçiçeği tohumunu serpen çiftçi, sabahın erken saatlerinde şehri dinleyen esnaf, yeni bir fikrin eşiğinde kaşif, çay içen bostancı çift, dayakla iş öğrenen okul kaçkını işçi, pazarda kaybolan küçük kız, okunmaya küsmüş sayfa, para çuvallarını bankaya taşıyan güvenlik, saç ektiren çağın delikanlısı, olaysız yapamayan mavi kuş meraklısı, kendiyle mesut olan cahil, kur piyasasına* 'artık ' plastik insanları sokan tv. davarı, gregoryen sesli sokağın manavı, plağında Müren dinleyen nostalji kuşağı, altın içlikli veliaht arabı, kahvede okeyle yatıp kalkan bu gelsin bu gitsinci üçüncü el politik kaba dayı, ışık arayan gölgeci, boğulmak üzere olan mülteci, mecliste ilke tartışan bedevi, gaza gelip sokaklara inen merdiven altı dinleti, raf arkası küflenmiş altmış yıllık sahaf, iğneyle tespihe boncuk dizen mahpus, bıyıklarını tarayan güneş yüzlü adam, açlıktan da tokluktan da sinen insan, camekan güzeli faydasız nizam, saat tamir eden dükkan, kitap olmuş bilge, varlığı duyulmamış zamir, on yıl sonrasını karıştıran mit, ikindi vakti taşınan bebek tabut, kendi davasında haklı olduğunu düşünürken silahını temizleyen katil, bilmeden harama üzüm ezen kadın, aynada irislerini yoklayan meczup, iki ayaklıları kavrayıp eşeğini öpen çoban, gözyaşı yalarken maşuğunu çizen aşık, para haccına tapan patron, telefon karıştıran yakın sınavlı genç, mürekkep banıp ömrünü emen aydın, çemberden korkup çemberine koşan kaçak ve daha binbirceleri...

Bunlar nasıl da alışılmış çeşitten, renk renk meşguliyetler?

Kaç ömür daha sığıyor kim bilir kelimelere?

Kimler kimlerin dehlizlerinde?

Zaman dolaklık edecek mi belirsizliklere?

Şimdi benim ömrüm neresinde peki bu atlasın?

Öldü. Göçtü olacağım zamanın birinde, esersiz miydi yoksa semersiz mi soracaklar hemen ardımdan?

Şimdi kadranını ben mi kuracağım bu bilmecenin ?

Yoksa bu çene kapmaca da ben, onca dişten birimiyim?

Kim kurtaracak beni soruların ezasından?

Herkes çamur balçık dolanıyor, kim paklayacak beni ezici kafa cezasından?

Peki paklık, artık kaç çağdışının derdi?

1? 9? 17? 183? Bin bilmem kaç?

Yaratıcıyı görmenin anlamı neydi?

Sahi anlamın göğü kaç renkteydi?

Yıldızın yüzü taştan mı ibaretti?

Kafama sığdıracağım bu koyu mavi kutunun ardı kaç kilometreydi?

Avuçlarımı ve o elmayı en sonunda yiyecekse böcekler, bu düşüşün sebebi neydi?

Hep bir bedel, hep bir kaybediş gerekti. Takas, ölüm ya da para hep mi sürecekti?

Şarkının, bestenin sağı solu yaldız cilvesiyle beni mi dövecekti?

Nepal'i görmeden, bilmeden ölmek Nepal yok demekti. Bu gözler gördüğü Nepallerle yetinecek mi?

Herkes çayı aynı mı içerdi? Aradığım çay hangi dizin hangi dilin dibindeydi?

Sokaktaki o insanların hepsi bir çuval kemiktiler. O ömürler, o fikirler, o arzular ve o uçuklatanından güldürenine bin bir dertler. Bu izler, bu nefesler kaç tarih değerindeydi?

Yaratıcı bizi acı çekelim, sondan korkalım diye mi ekti bu ayrık tarlasına?

Ey Yaratıcım, bu bilinip görünmeme konusu da mı bir ibretti?

O soğuk ve karanlık ölüm deliğinde konuşulan dil hangi alfabeydi?

Korkunç olan her saklambaç böylesine sessiz miydi?

Telin sesi, derinin hissi, duygunun beli ya da taşın gücü ne için verildi?

Son nedir hiç düşünmüyor mu peki bu yolunasıcalar?

Rahim diyorlar ilk garın biletine, bedel aranınca duygular mıydı çalınanlar?

Çocuk dediğin saf olur diyorlar. Diyorlar da diyorlar. E caniler de bir zamanlar çocuktular.

O halde kayıplar ne zaman başladı?

Duygu bedelini, kim hangi karşılıkla ödedi?

Kim, neden emiyor kayıpları?

Kim neden yıkmıyor kalıpları?

Kim ne amaçla çekiyor ensemden?

Kim seviyor beni bu göğün altında koşulsuz?

Bana mı sesleniyorlar? Benden mi bahsediyorlar?

Yok aman yanlış mı anlıyorlar?

Acı öğretir, büyütür mü?

Anı hiç durmadan inletir mi?

Herkes kötü bir ben mi iyi? Bir ben piştim herkes mi diri?

Benim omuzlarım dardır, biliyorlar. Öyleyse böyle yüklenilir mi?

Tavanla her gece göz gözeyiz, peki bir gün dillenir mi?

Ey bunca sorunun kuyusu! En dibine indim mi? Oradan kana kana içtim mi? Bu karanlıkla aydınlanmak için serden geçtim mi?

Kaç çakıl taşı attı dibine deliler? Taşlardan çıkan bu seslerden, kaç yankı bir cevap eder? Kaçı sahiden deliydiler?

Söyle bakalım boş tarlanın kargası, bunca makama yetecek sesin ömrü "bir senden" kaç ömür diler?


Ne yoğun, ne çeşitli, ne ağır, ne durdurulmaz bir ses bu değil mi?

Her gün kulakların nasıl çağlıyor bunca tel izini ?

Fakat şunu da söylemeliyim ki ruh kardeşim: bu ses varlığıyla da yokluğuyla da kaybedilmez ve dertli bir mülktür. Senin senliğindir, sabahlığındır, çocukluğundur, geceliğindir, aldığın karardır, koca bir günündür, danıştığın metot ya da genetiğinin üstüne attığın tuğlandır. Bunu bilmelisin. Bunun farkındalığıyla yükselmelisin. Bundan sonra görmelisin acının hazzını? Hem bu sesin varlığı farklılığın ve yorgunluğun; yokluğuysa sıradanlığın ve hayvansılığın arazına da garantidir. Bir sen varsın sanma bu yönsüz karanlıkta. *Bu dipleri kara kuyu ülkende* bir başımayım, yalnız vatandaşım sakın deme! Sen anlamak için şimdi, bu güneşin altında bu toprağın üstünde yanında bir defter getirdin. Yazmak için. Dinledin kendini duymak için. Bir başkası kili yontuyor, duasını haykırıyor , kedisini okşuyor ya da ellerden tutup doğrultuyor. Ve şunu sen de ben de unutmamalıyız ki ruh kardeşim, kuyuların diyarı vatandaşının sayısına değil yoğunluğuna önem veriyor. Hem bunca hayvansının bunca dalaverenin arasında ayrılan bu zaman kafa sağlığında danışılacak tek durak iken bunu yapmayı bilmek nasıl bir acı olabilir? Etrafın boşluğuna inat kafa kaldır sen, korkma. Korkulacak bir ölüm var, onunda korkunçluğu halkın dilinden. Bu kafa kaldırma da, sadece sözlerle, hoş giysilerle, planlanmış davranışlarla, aşağılamalarla, suçlamalarla, kafaya dize vurmalarla, kibirle, içe kapanmalarla, göz kulak bantlamalarla veya eylemsiz durmalarla olmaz. Kaldır kafanı diyorsam özünü daldır diyorum, yüzüne göğün!

Bu gökyüzüne kimler kimler bakmadı? Bu ilham lokmasından kimler kimler tatmadı? Sen payına düşen için talepkâr ol. Fakat yine de göğün yüzüne dalmışken korkma yerin sesinden. En başta söylediğim gibi burası bir kuyu. Aydınlanmak için kararacağın usun. Aramak için dalacağın, aşağılarındaki göğün. Her taş sesiyle çarpışan yankılar, 'Evet bu köklü bir değişim!' dedirtecek sana, irkilmeyeceksin.

"Hem sen ve ben aynı kuyunun içindeyiz, aynı derdin eşiğindeyiz." Maddi olana ya da dokunup ulaşmaya değil bizim yolumuz. Şehrin, rutinin yani tarlaya gelirken kaçtıklarımızın varlığı çalsa da nitekim uykumuzu, huzurumuzu; kaçarı yok bu kuyuyu sen ve ben büyüteceğiz ruh kardeşim! Kendine dikkat etmeyi ve varlığımın nedenini anlamayı, ilhamına koyulmayı unutmayacaksın bundan sonra 05.09 yoldaşım!