O keskin bir insandı ve

Ben, kendimi

Onun varlığıyla tanıyordum

İlk kez Sartre’ı

Bu kadar iyi anlıyordum.

Sarı zarftan kafamı kaldırdığımda

Artık gözlerim başka bir dünyaya açılmış,

O, gözlerime inmiş arsız perdeleri

Canımı yakmadan aralamıştı.

Güneşi seçebiliyor,

Işığını tekrar hissedebiliyor,

Artık dünyayı

Birkaç titrek cisimden daha fazlası olarak

Anlayabiliyordum

Görebiliyordum.

Ah, dedim,

Ya bunları duyamadan ölseydim?

 

Tüm bunlara rağmen ben,

Onu aldatıyordum.

Ona hiçbir söz vermiyor,

Onu sevemiyor,

Başkalarına dalıyordum.

O bana her şeyini vadediyor,

Tüm kalbini adıyor,

Saplandığım her bataktan beni

İnatla gökyüzüne çıkarıyordu.

 

İkimiz de hak ediyorduk

Şu rutubet kokulu duvarlar arasında

Sevmeyi, sevilmeyi.

Güzel ruhlar solar, derdim

Bazı şeyler gerçek olmak ister, derdi

Biz bunları biliyorduk

İkimiz de aslında

Var olamıyorduk.

 

Sanıyorum ki

Sözlerle aram hiçbir zaman

Olması gerektiği gibi olmadı.

Bu sözcüklerin ardına sakladıklarımı

Kimse de anlamadı.

Seninle ben de

Olması gereken hiçbir şeyi 

Yapmamız gerektiği gibi yapamadık.

Üzerimde yaşlı bir yorgunluk 

Söylemeye çekindiğim yaslı da bir özlem var.

Ben o esmer güzeline benzemiyorum

Ve bende sevecek ne buldun bilemiyorum.

 

İçinde kaybolduğum dizelerimin arasında

Ve bana mırıldandığın şarkıların kenarında

Belki de buradan çok uzakta

Kuzeyde veya batıda

Beni sevmiş olmalısın.

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’nda

Balmorhea’nın Remembrance’ında

Hatta belki de nefret ettiğim filmlerinde

Bir yerlerde beni sevmiş olmalısın.