Aksiyon, polis şiddeti, eylemler, pankartlar ve yanan araçlardan oluşan gerçek görüntülerle dolu bir film LA HAİNE: Düşen Bir Toplumun Absürt Hikayesi

“Katilsiniz! Bizi öldürmesi kolay. Biz de sadece taş var!”

LA HAİNE, Protesto, Mathieu Kassovitz'in 1995 yılında çektiği Fransız filmi. Film, Paris'in gettolarında yaşayan biri pied-noir, biri yahudi, biri ise siyahi üç arkadaşın hikâyesini konu alıyor, film Fransa gettolarında yaşayan gençlerin hayatından bir kesiti anlatıyor.

Gösterime giriş tarihi: 18 Ekim 1996 (Türkiye)

Yönetmen: Mathieu Kassovitz

Senaryo: Mathieu Kassovitz

Ödüller: César En İyi Film Ödülü, Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen Ödülü,

Adaylıklar: César En İyi Erkek Oyuncu Ödül ü, César Umut Vadeden Erkek Oyuncu Ödülü,


“2005 Fransa ayaklanmaları, Paris'te 27 Ekim 2005 akşamı, kimlik kontrolü yapan polis tarafından kovalanırken yüksek gerilim trafosuna sığınıp elektrik çarpması sonucu Kuzey Afrikalı Zyed Benna (17) ile Bouna Traoré'nin (15) ölümü ve 17 yaşındaki Muhittin Altun’un ağır yaralanmasının ardından başlayan ayaklanmalar. Olayların başlamasından sonra bir camiye gaz bombası atılması ve Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy'in olaylara karışanlara "ayaktakımı" olarak nitelemesi gerilimi tırmandırmıştır. Terör dalgası, Paris'in Kuzey Afrikalı göçmen azınlığın yoğun olarak yaşadığı semtlerine sıçramıştır. Ayaklanmayı destekleyen Kuzey Afrikalı ve Kuzey Afrika kökenli Fransız azınlık, Fransa’yı saran isyana, yoksulluk ve polisin Kuzey Afrikalılara karşı kötü ve ayrımcı tutumunu neden

olarak göstermektedirler. Sağduyulular ve terör karşıtları ise, olayları kınamaktadır.

Olayların başladığı banliyöde yaşayanların yarısının 20 yaşın altında olduğuna ve işsizlik oranın yüzde 40’ın üstünde olduğuna dikkat çekilmektedir. Polisle çatışan çoğu Afrika kökenli gençlerin yaşları 12-25 yaş arasında değişmektedir. 11 günde yaklaşık 8.700 aracı ateşe

veren öfkeli azınlık, okul, spor salonu, işyeri, otobüs garajı ve antrepolar dahil 300'e yakın kamu binasını da hedef almıştır. Paris'in ardından Fransa'nın diğer kentlerinde de araba kundaklama olayları olmuştur. Son olarak Belçika'da Brüksel’de, yabancıların yoğun olarak

yaşadığı Sengil ve Anderlecht bölgelerinde de 6 Kasım akşamı 5 taşıt kundaklandı.

Almanya’da da Berlin ve Bremen’de azınlık mensupları bazı araçları ve çöp kutularını ateşe verdiler.”

La haine filmine de konu olan 2005 ayaklanmaları; dışlanan azınlıklar, eşit olmayan gelir dağılımı, fakirlik, zengin ve fakir arasında oluşan uçurum, aile içi şiddet, eğitimde eşitsizlik her türlü baskının kolay hedefi haline gelmelerine sebebiyet vermiştir. 2005 yılında, kimlik

kontrolü yapan polis tarafından kovalanırken elektrik trafosuna saklanan Kuzey Afrika kökenli 17 yaşındaki Zyed Benna, 15 yaşındaki Bouna Traoré ve 17 yaşındaki Muhittin Altun’un ölmelerinden sonra birçok mahalleye yayılan ve hemen hemen üç hafta boyunca bastırılamayan büyük bir isyan başlar. Dünyanın gündemine oturan diğer haber de şubat

ayında kimlik kontrolü sırasında, dört polis tarafından etkisiz hale getirilip copla tecavüz edilen 22 yaşındaki Theo olur. François Hollande’ın da hastanede ziyaret ettiği Theo, isyancılara, savaşı bırakmalarını ve tekrar sağlığına kavuşabilmesi için ona dua etmelerini istediğini söyler.


28 yaşındaki Mathieu Kassovitz 1995 yılında, Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmenlik

ödülünü “La Haine” filmi ile alır. Oyuncular Vincent Cassel, Hubert Kounde ve Said

Taghmaoui'dir. 50 katlı binadan düşen adamın hikâyesi ile başlar film. Her katta kendini rahatlatmak için:

"Şimdiye kadar her şey yolunda, şimdiye kadar her şey yolunda. Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.” sözüyle! La Haine filmine konu olan 6 Nisan 1993 yılında

Paris’teki bir polis karakolunda sorgu sırasında vurulan Zaireli Makome M’Bowole, bir kurşunla başına ateş edilerek vurulur. Faili “Onu korkutmak istemiştim.” Der!!! Polis şiddeti,

eylemler, pankartlar ve yanan araçların gerçek görüntülerinin yer aldığı filmin hemen her karesinde, fakirlik içinde yaşayan, hakları yenen, yok sayılan halkların öfkesini iliklerinize kadar hissedersiniz, yalnız Türkçe dublajı yetersiz kalmış. Bu yüzden alt yazılı izlemenizi öneririm bu filmi, zira yapılan Türkçe dublajın ana ve yan karakterlerin pürüzsüz ve muhteşem oyunculuğunu gölgelemesini ve filmi izlerken keyif almanızın önüne geçmesini istemem doğrusu. Sorgu sırasında dövülen Abdel Ichaha’nın sağlığının kötüye gitmesi ile

artan isyanı anlatan bir haberle başlar film. Varoşlarda çekilen sıkıntıların ortak olması birbirlerine bağlılık ve dayanışmanın artmasını sağlar. Bu nedenle biriken öfkenin, patlaması

için küçük bir kıvılcım yeterlidir. Aralarından birinin canının yanması hepsinin canının yanması demektir. La Haine’in ana kahramanları bu varoşlarda yaşayan Arap, Afrikalı ve bir Yahudi gençtir. Üçünün de ortak noktası, dengesiz gelir dağılımı nedeniyle fakirlik içinde yaşayan, adaletin olmadığı, hukuki haklarının çiğnenmesi nedeniyle biriken nefretleri!


Banliyönün ortasında polisin baskın yaptığı bir sahnede, filmin ana kahramanı Said polis arabasının üzerine “Baise la Police / Polise lanet olsun” yazar. Aslında öfkelerinin merkezinde tuttukları emniyet güçlerine isyan eden gençlere göre haklarını ve kendilerini yok sayan üst

akıla güçlerini göstermenin bir yoludur bu...

Filmin başından sonuna kadar Vinz’in tavır ve davranışlarında Eski Ahit’te yer alan ayetteki gibi “Cana can, göze göz, dişe diş, buruna burun, kulağa kulak” (bk. Levililer (Tevrat’ın 2.

Kitabı): 24:19-21), görürsünüz. Vinz kararlıdır, çatışmada vurulan arkadaşı Abdel ölürse o da bir polisi öldürecektir.

Vinz rüyasında ve birkaç kez oturduğu mahallede semiz bir inek görür. İnek görmek itaatsizlik, dışlanmışlığı temsil eder bazı kültürlerde, aynı zamanda İsrailoğulları’na Musa peygamber döneminde emredilen “İnek Kesme” Emrinin fail-i meçhul cinayetlerinin

aydınlatılmasını içine alması dikkat çekicidir. Zira Vinz Yahudi kökenlidir. Filmin başında ve sonunda yaşayacakları rüyasında ve birkaç kez mahallesinde gördüğü inekle kendisine anlatılmak istenmiştir aslında…


Üst üste birçok can sıkıcı olay yaşayan üçlü kendilerini Paris’ te bulurlar. Son treni

kaçırdıkları için evlerine dönemezler. Gece boyunca Paris’i gezerler. Reklam panolarının bazılarında “Le Monde est a vous!” (Dünya sizindir!) yazmaktadır. Hubert gecenin sonunda reklamın üstünü çizer, tüm dışlanmışlıklarına, kabul görmeyişlerine, önemsenmeyişlerine,

aşağılanmalarına inat “Le Monde est à nous” (Dünya bizimdir!) yazar…


Filmin bir diğer bölümünde, Vincent, Hubert ve Said Paris’teki umumi tuvalete giderler kendi aralarında konuşurken tuvaletten çıkan kısa boylu ve yaşlı bir adam, tuvaletini yapmanın ne kadar rahatlatıcı olduğunu söyler. Aslında insanın içinde biriken öfkenin, kinin, kötülüğün atılması gibi rahatlatıcıdır yaşlı adam için.


“Tanrı’ya inanıyor musunuz? Yanlış soru. Tanrı bize inanıyor mu?” diye sorar gençlere…

Sibirya’ya sürgün edildiği zaman, bir trene bindirildiklerini, kısa molalar verildiği sırada trenin dışına tuvaletlerini yaptıklarını ama bir arkadaşının yanlarında tuvaletini yapmaya utandığı için kendilerinden uzağa gittiğini, trenin hareketiyle pantolonunu tutmaya çalışırken trene yetişemeyerek Sibirya’nın bozkırlarında donarak öldüğünü anlatır. Pantolonunu toparlamaya çalıştıkça tren ondan uzaklaşır ve ölümüne neden olur. Yaşlı adamın bu anlattıkları anlamsız gelmiştir onlara, polisin silahını ele geçiren Vinz’e başından beri Hubert ve Said karşı çıkmış defalarca onu uyarmışlardır.


Hubert:

- Okula gitseydin eğer nefretin...

Vinz:

- Kes…

- Nefretin, nefreti beslediğini öğrenirdin!

Vinz:

- Ben okula gitmedim. Sokaklardan geldim. Ne olacak? Sokaklar bana ne öğretti biliyor musun? Öteki yanağını çevirirsen geberirsin!

Yaşlı adam gençlere eğer rahatlamak huzuru bulmak istiyorlarsa içlerinde besledikleri kin ve nefreti boşaltmalarını, uyarıları dikkate almalarını, yalnız hareket etmemelerini aksi taktirde sonlarının tıpkı Sibirya’da bir hiç uğruna ölen arkadaşı gibi olacağını anlatmak istemiştir oysa…


“Elli katlık bir binadan düşen adamın hikâyesini biliyor musun?

Her katta kendini rahatlatmak için kendisine şunu demiş:


Buraya kadar her şey yolunda...

Buraya kadar her şey yolunda…

Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.”