Bir gece yarısı yazıyorum bu mektubu. Tüm kelimelerimin bittiği bir vakit, gözümden düşen her damlada ayrı hikaye, her damlasında ayrı bir ezgi... Kalbimin ve bilincimin acımasızca savaşını izledim. Bu denli bir savaş nasıl da bu kadar sessiz olabiliyor. Sözcüklerim lâl… Kendime karşı kudurmuş bir kızgınlık içindeyim, neden neden ve nasıl sorularıyla boğuşuyorum. Ne desem ki? Ne desem de yitik bir cümle kadarım. Yüreğim kopuyor benden ve bu Prometheus’un her gün kopan bir parça ciğerinden çok daha acı bir duygu. Kalbim acıyor, her şeyi söküp atasım var. Duygularımın bütününü, tüm insan yanımı. Kalbim acıyor ve bundan kimsenin haberi yok. Tanrı'nın bile! O ilk günü hatırlıyorum, o ilk günü. Ah keşke bilincimi kaybetmiş bir virgül olsaydım. Gece yarısını çoktan devirdi vakit, bunu bilmeyecek kadar, farkında olmayacak kadar şuursuz olsaydım. Anlatmak istediklerimin hiçbirini hatırlamamayı çok isterdim. En çok da seni düşünmek acıtıyor kalbimi. Düşünmek unutulsaydı keşke!